Siyasal Kabileciliğe Karşı Sanat!
Bir süreden beri bir tiyatro oyunu iki toplumda da geniş ilgi görüyor. Kıbrıslıların gönlünü fetheden Becket’in Godo’yu Beklerken adlı oyunu, bilindiği üzere absürt tiyatronun en yetkin örneklerindendir.
Bu oyun Kıbrıs’ta daha önce de oynanmıştı ama bu sefer eseri Kıbrıslılar açısından ilginç kılan, iki aktörden birinin Kıbrıslı Türk, diğerinin de Kıbrıslı Rum olması ve aralarındaki diyalogu -Becket herhalde “diyalog” tanımlamasına karşı çıkardı- iki dilde, Türkçe ve Yunanca olarak yapmalarıdır.
Esere gösterilen ilgi gerçekten büyüktür. Örneğin benim izlediğim seans için upuzun bir kuyruk vardı ve herkes sabırla sırasının gelmesini bekliyordu.
Kuyrukta beklerken yanıma gelen biri, “bakın, Kıbrıslılar böyle şeyler istiyorlar, kavga döğüş değil” diyordu.
Oyunun bir umutsuzluk, çıkışsızlık ve karamsarlık oyunu olmasının bir önemi yoktu.
Önemli olan, bir Kıbrıslı Türk ile bir Kıbrıslı Rum’un sergilediği birliktelikti.
Bu ülkenin düşünceli insanlarının, mağdurlarının ve gelecekte mağdur olmak istemeyenlerin beklediği Godo aslında böyle bir Godo’dur.
Ve o Godo, Becket’in hiç gelmeyen Godo’sundan farklı olarak çıkıp gelivermişti…
Oyunun bu kadar ilgi görmesinin nedeni kanımca budur.
Sanatın dünyanın her yerinde siyasal kabileciliğe karşı etkili bir performans sergileyebileceği biliniyor. Çünkü vicdanların sınırlarını aşan iletişimsel bir yapısı vardır.
Siyasal kabileciliğin cenneti olan Kıbrıs’ta da sanat cılız da olsa özgürleştirici bir karşı söylem olagelmiştir.
Etnik çatışma dönemi öncesinde, örneğin 20.yüzyılın başında, bir toplumun üyeleri diğer toplumun sergilediği tiyatro oyunlarını izlemeye gidiyordu. Fakat o zamanlar çok gerilerde kaldı. 1950’li yıllarda etnik milliyetçilik temelinde yükselen siyasal kabilecilik ve 1963 yılının sonundan itibaren yaşanan çatışmalar, toplumlar arasında ortak sanat eylemlerini yok etmiştir.
1974’te ise kabileler coğrafi olarak da ayrılmışlardır ve birbirlerine konuşmayı yasaklamışlardır. Gelgelelim iletişimde sınır tanımayan sanat yine bir yolunu bulmuştur. O zor zamanlarda bile Lefkoşa Türk Belediye Tiyatrosu ile Satiriko tiyatrosu birlikte sanat üretmişlerdir ve ortak kitlelere hitap etmişlerdir. Şairler bir araya gelmişlerdir. Ressamlar ve belgeselciler ortak işlere imza atmışlardır vs.
2003 yılında birileri geçit noktalarını kısmen açmaya, Kıbrıs Türkçesiyle söylersek, gındırıklamaya karar verince, sanat dünyasının insanları daha sık bir araya gelmeye başladılar. Ressamlar ortak sergiler açtılar, şairler ortak kitaplar yayınladılar, ortak şiir geceleri düzenlediler. İnsanlar tiyatro salonlarına birlikte akın ettiler.
Godo’yu Beklerken bu birlikteliklere yeni bir halka eklemiştir ve çok da iyi etmiştir.
Fakat bu “iki-toplumluluk” olgusuna paralel olarak bir sanat süreci daha gelişmektedir ki, kanımca bunun apayrı bir önemi vardır.
Toplumların ayrı ayrı kendi içlerinde ürettikleri eleştirel sanattan bahsediyorum. Örneğin Godo’yu Beklerken oyununu sahneleyen Anti-Logos tiyatrosu bir süre önce 1958 adlı oyunu sahneye taşıdı ve tabu olan bir konuya el attı. EOKA ve TMT’nin işlediği siyasi cinayetleri ele alan oyun büyük ilgi gördü.
Anti-Logos tiyatrosu önümüzdeki günlerde de, Kıbrıs Rum resmi anlatısında “Türk İsyanı” olarak geçiştirilen 1964 çatışmalarını alternatif bir yorumla sahneye koyacak.
Benzer biçimde Limasol’da genç insanların oluşturduğu bir tiyatro ekibi, bir süre önce Kıbrıs Cumhuriyeti’nin 60. kuruluş tarihi vesilesiyle Out of Necessity adlı radikal bir oyun sergilediler ve ülkede hüküm süren “Gereklilik Doktrini” ile dalga geçtiler. Bu oyun da büyük ilgiye mahzar oldu.
Öyle anlaşılıyor ki, ülkemizde siyasal kabileciliği karşı sanat ve sanatçılardan medet ummak boşuna bir bekleyiş değildir…
Kaynak: Siyasal Kabileciliğe Karşı Sanat! – Niyazi Kızılyürek