Avrupa Parlamentosunda Bir Yıl

Niyazi Kızılyürek

Avrupa Parlamentosu Üyesi Olarak Bir Yıl

Avrupa Parlamentosu’nda   Kıbrıs’ta birleşmeyi ve iki toplumun barış içerisinde birlikte yaşamasını isteyen Federalist bir Avrupalı olarak yer alıyorum , İnsan hakları, eşitlik ve adalet mücadelesi veriyorum.

26 Mayıs 2019’da, tarihte ilk defa Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar ortak bir siyasi başarıya imza atarak Araştırmacı-Akademisyen Prof. Dr. Niyazi Kızılyürek’i Avrupa Parlamentosu’na seçmiş, Prof. Kızılyürek ilk Kıbrıslı Türk Avrupa Parlamentosu Üyesi olarak tarihe geçmişti.  Aradan geçen bir yıl içerisinde AP Üyesi Niyazi Kızılyürek seçim kampanyasında belirlediği üç öncelik etrafında yoğun çabalar ortaya koydu.

Eylül 2019 itibari ile Brüksel’de aktif göreve başlayan Kızılyürek, ilk iş olarak Türkçe’nin Avrupa dili olması yönünde çalışmalar başlatmış, Ekim ayında ise kuzey Lefkoşa’da bir ofis açarak Kıbrıslı Türklerin Avrupa’daki görünürlüğünü artırmış, Avrupa Ekonomik ve Sosyal Komitesi’nin Kıbrıslı Türk ortakları ile düzenlediği toplantıya ev sahipliği yapmıştır.

Kıbrıs’ın AB üyesi olduğu 2004 tarihinden bu yana geçen 15 yıl içerisinde Kıbrıs’ın kuzey kesimine geçen Avrupa Parlamenteri sayılı iken kuzeyde bir parlamenterin ofisinin bulunması oldukça önemli bir kazanım olarak tarihe geçmiş, Kıbrıslı Türkler için yeni bir mücadele alanı yaratmıştır.

Aradan geçen bir yıl içerisinde yaptığı çalışmaların kısa bir özetini basın ile paylaşan, Avrupa Parlamentosu Üyesi Niyazi Kızılyürek Avrupa Parlamentosu’nda bir Kıbrıslı Türk olarak değil Kıbrıs’ta birleşmeyi ve iki toplumun barış içerisinde birlikte yaşamasını isteyen Federalist bir Avrupalı olarak yer aldığını, AP’de İnsan Hakları, Demokrasi, Eşitlik ve Adalet mücadelesi vermeye devam edeceğini vurguladı.

AP Üyesi Kızılyürek yaptığı yazılı açıklamada, iki toplumu birbirine yakınlaştırmak, AB’yi Kıbrıslı Türklere, Kıbrıslı Türkleri AB’ye yakınlaştırmak ve İnsan Hakları, Demokrasi ve Adalet mücadelesi vermek olarak belirlediği üç öncelik altında yaptığı çalışmaları anlattı.  Kızılyürek ayrıca, COVID-19 Pandemisi döneminde ve Pandemi sonrasında ortaya çıkan ekonomik daralma ile mücadele edebilmek için Avrupa Birliği’nden Kıbrıslı Türklere yönelik bir yardım paketi hazırlanması yönündeki girişimleri ile ilgili de bilgi verdi.

Kıbrıslı Türklerin sesini AB’ye taşıma

Kıbrıslı Türkler siyasi tarihleri boyunca tahakküm altına girmemek, azınlık durumuna düşmemek, eşit bir toplum olmak yönünde mücadele etmişlerdir ama maalesef on yıllarca süren mücadeleleri sonucunda emeğin biçimlendirdiği, yurttaşların söz sahibi olduğu siyasal, toplumsal bir ortama kavuşamamışlardır. Bugün Kıbrıslı Türkler dünyadan bakıldığında görünmeyen bir coğrafya parçası üzerinde, devletsiz ve yurtsuz olarak yaşamaktadır.
Kıbrıslı Türkler, bir yanda Kıbrıs Cumhuriyeti Devletini tek başına yöneten Kıbrıslı Rum elitleri ve onların Kıbrıslı Türkleri siyasi eşit olarak kabul etmeyen, federal devlete gitmekte ayak sürüyen tavırları, diğer tarafta da Kıbrıs’ın kuzeyindeki coğrafya parçasını kendinin sayan ve kendinin yönettiğini düşünen Türkiye Cumhuriyeti arasında sıkışmış durumdadırlar. Avrupa Parlamentosu Üyesi Niyazi Kızılyürek Kıbrıslı Türklerin Avrupa’daki görünürlüğünü artırmak, seslerini Avrupa Parlamentosu’na taşımak için çeşitli girişimlerde bulunmuştur.

Her Avrupa Parlamentosu Üyesinin Brüksel’de, Strazburg’da ve seçildiği ülkede birer ofisi olur. Benim ülkem bölünmüştür o yüzden Kıbrıs’ta iki tane ofisim vardır, biri güneyde, biri kuzeyde. Göreve başlar başlamaz ilk adımlarımdan bir tanesi Lefkoşa’da Ledra Palace yakınlarında, Muzaffer Paşa Caddesinde Kıbrıslı Türklerin temsilcim aracılığı ile benimle irtibat kurabilecekleri bir ofis hazırlamak oldu. 11 Ekim Cuma günü geniş katılımlı bir resepsiyonla Birleşmiş Milletler, Avrupa Komisyonu ve Avrupa Parlamentosu’nun temsilcileri ile çeşitli AB ülkelerinin Büyükelçileri, bir Avrupa Parlamenterinin adanın kuzeyinde ilk kez ofis açmasını selamladı. Açılışa Kıbrıslı Rum barışseverler ve medya da yoğun ilgi gösterdi.

Biz karanlık mekanlara ve akıllara ışık sızsın diye bu ofis aracılığı ile küçücük bir pencere açtık. Bu pencereden içeriye, bir barış projesi olan Avrupa Birliği’nden ışık girecek. O Avrupa Birliği ki, milliyetçiliğin mahvettiği, yıkıp yaktığı bir kıtayı kalıcı barışa kavuşturmuştur. Harap ve sefil bir ülke olarak AB’den milliyetçi aklın yıkıcılığına karşı nasıl mücadele edileceğini, barış içinde bir arada yaşamanın nasıl sağlanabileceğini öğreneceğiz. Açtığımız pencereden içeriye, Kıbrıslı Türklerle Kıbrıslı Rumların dostluğu sızacaktır. Biz ki, düşmanlığın ve nefretin ülkesiyiz, bizim dostluğa, kardeşliğe ihtiyacımız vardır.

Ofislerim ve Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rumlardan oluşan ekibim ile birlikte iki toplumu birbirine ve Avrupa Birliği’ne yakınlaştırma misyonunu taşıyorum. Bu bağlamda çeşitli Avrupa Birliği Programlarından Kıbrıslı Türklerin yararlanması ve Türkçe’nin Avrupa dilleri arasına girmesi, Yeşilhat Ticaretinin geliştirilmesi, Kıbrıs Türk toplumuna sağlanan AB yardımlarının artırılması konularında Avrupa Birliği nezdinde sürdürdüğüm girişimlere ek olarak, İnsan Hakları, Mültecilerin Sorunları, İklim Değişikliği, İnsan Ticareti ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliği konularında yaptığım çalışmalara görev süresince devam edeceğim.

Kuzeydeki ofisimin Avrupa Birliği Kurumları tarafından da Kıbrıslı Türkler ile irtibat kurmak amacı ile kullanılmak istenmesi Kıbrıslı Türkler ile AB’yi yakınlaştırmak misyonum açısından özellikle sevindiricidir. Bu bağlamda oldukça önemli bir kurum olan Avrupa Ekonomik ve Sosyal Komitesi Başkanı’nın Kıbrıslı Türk ortakları ile kuzeydeki ofisimde bir araya gelmesinin ardından, Avrupa Komisyonu’nun düzenlediği bir çalışma gezisi kapsamında kuzey ve Brüksel ofislerim aracılığı ile Avrupa Parlamentosu’nda Birleşik Sol Grup Başkanı Martin Schirdewan ile Kıbrıslı Türk ve Rum Sivil Toplum Örgütü temsilcisini bir araya getirmiştik. 20 Mart tarihinde Martin Schirdewan ve beraberindeki Avrupa Parlamenterler heyetinin kuzey ofisimde Kıbrıslı Türkler ile toplantısını COVID-19 pandemisi nedeniyle ileriki bir tarihe ertelemek zorunda kaldık.

Avrupa Parlamentosunda kendi ana dilini konuşamayan tek vekilim. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin iki tane resmi dili vardır; Türkçe ve Yunanca. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin resmi dili olması, Türkçenin Avrupa Birliği Resmi dili olmasına maalesef yetmedi. 2002 yılında üyelik müzakereleri sırasında Kıbrıs Cumhuriyeti Türkçe’nin resmi dil olması talebinde bulunmamıştı. Yunanca, Yunanistan’ın AB üyeliği nedeni ile 1984 yılından beri zaten Avrupa Birliği diliydi. Dolaysı ile 16 Nisan 2003’te Atina’da imzalanan Kıbrıs’ın AB’ye katılım anlaşmasına Türkçe dahil edilmedi. Bunun Avrupa Birliği yurttaşı olan Kıbrıslı Türkler için yarattığı komplikasyonlar üzerinde ne Avrupa Komisyonu ne de Kıbrıs Cumhuriyeti bugüne kadar kafa yormadı.

2004 yılında Kıbrıs’ın üye olması ile AB Kurumlarına Kıbrıslıların alınması için bir sınav yapılmıştı. Sınavda başarılı olan Kıbrıslı Türklerin başvuruları ‘anadilleri olan Yunanca’ bilmedikleri gerekçesi ile reddedildi. Yargıya taşınan dava ve Avrupa Parlamentosu Yeşiller grubunun Avrupa Parlamentosu içerisinden verdiği destek ile Kıbrıslı Türklere ikinci bir Avrupa dili konuşmaları halinde beş Avrupa Birliği kurumunda çalışabilme imkânı tanındı. Bu koşulu yerine getirebilen birkaç Kıbrıslı Türk’ün dışında hiçbir kurumda Kıbrıslı Türk’e rastlamamamızın nedeni budur. Yine de Kıbrıslı Türklere ayrımcılık devam ediyor, bir Kıbrıslı Rum sadece ana dili ve yabancı bir dil konuşurken, Kıbrıslı Türklerin iki yabancı dil konuşması bekleniyor. Oysa Avrupa Birliği’nin Temel Haklar Sözleşmesi’nin 21. Maddesi ayrımcılığı aynen şöyle yasaklıyor:

‘ Cinsiyet, ırk, renk, etnik veya sosyal geçmiş, genetik özellikler, DİL, din veya inanç, siyasi görüş, azınlık bir grup üyeliği, mülkiyet, engel, yaş veya cinsel yönelime dayalı herhangi bir ayrımcılık yasaktır.’  

Temel Haklar Sözleşmesi’nin 21. Maddesine dayanarak, Kıbrıslı Türk gençlerin Kıbrıslı Rum gençleri gibi kendi dillerinde yasalar ve düzenlemeler okuyup öğrenmeleri, Kıbrıslı Rum gençler gibi ‘ikinci bir Avrupa dili’ gerektirmeden herhangi bir Avrupa Birliği kurumunda çalışabilmeleri için mücadele ediyorum.   

Avrupa Parlamentosu Genel Kuruluna ilk hitabımda konuyu gündeme ‘Benim ana dilim Türkçe, milletvekili olduğum Kıbrıs Cumhuriyeti’nin iki resmi dilinden biri, ancak size bu dilde hitap edemiyorum, çünkü Türkçe Birliğin resmi dili değil’ sözleri ile taşıdım. Ayrıca AB Konseyi ve Avrupa Komisyonu’na Kıbrıslı Türklerin uğradığı bu haksızlığı ortadan kaldırmak için soru önergeleri yönelterek Kıbrıslı Türk AB yurttaşlarının, anadilleri olan Türkçenin de AB’nin resmi dilleri arasına katılmasını sabırsızlıkla beklediğini dile getirdim.

Avrupa Komisyonu, Türkçe dilinin AB’nin resmi diller arasına girmesi için tek yetkili merciinin Konsey olduğunu belirten bir yanıt verdi. Konseyden ise konunun bugüne dek hiç gündemlerine getirilmediğini bildiren bir yanıt aldım. Şimdi aldığım yanıt çerçevesinde Komisyon’da bir AB üye devletinin meseleyi resmen gündeme getirmesi gerekiyor.

Bu dile dayalı ayrımcılığın ortadan kalkması, Türkçenin de resmi dil olması içi tam zamanlı olarak mücadele etmeye devam edeceğim. Temennim Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bu noktada benimle iş birliği yapmasıdır.

Yıllardan beridir Türkiye Cumhuriyeti, Avrupa Birliği toprağı olan Kıbrıs’ın kuzey kesimine ve AB yurttaşı olan Kıbrıslı Türklere ekonomik, kültürel ve siyasi anlamda müdahale etmektedir. Son birkaç yılda, artan sayılarda Türkiyeli göçmenlere vatandaşlık verilerek Kıbrıs Türk toplumunun siyasi ve demografik yapısı değiştirilmektedir. Halihazırda sadece Türkiyeli yerleşiklerden oluşan bir siyasi parti kurulmuştur ve Türkiye, Kıbrıs Türk otoriterlerine daha fazla vatandaş yapmaları için baskı uygulamaktadır. Siyasi sorunlar bir yana, Türkiye haksız bir rekabet ortamında, ekonomik gücüne dayanarak ve haksız yöntemler kullanarak ekonomik olarak varlığını pekiştiriyor. Dahası, Türkiye Hükümeti laik Kıbrıs Türk toplumuna karşı, kamusal yaşamın her alanına dini motifler empoze etmeye çalışan bir Kültür Savaşı sürdürmektedir. Bu gelişmelerin bir sonucu olarak, Avrupa Birliği’nin en küçük toplumu olan Kıbrıs Türk toplumu, asimilasyon ve Türkiye’ye entegrasyon tehlikesi ile karşı karşıyadır.

Avrupa Birliği’nin, Kıbrıs Türk toplumunun kimliği ve onuru ile var olabilmesi ve Avrupa Birliği’ne entegre edilmesi için acil önlemler alması gerektiği görüşündeyim bunu Avrupa Birliği Kurumlarına taşıdım ve sürekli gündemlerinde tutma niyetindeyim.

Kıbrıs’ın içinde bulunduğu süreci her açıdan tartışmak, Kıbrıslı Türklerin sorunlarını yurttaşlar ile birlikte tespit etmek ve bu sorunlara çözüm bulabilmek amacı ile bir “Yurttaşlar İnisiyatifi” başlattım ve ilk adım olarak mevcut sorunları ortaya koyabilmek için sivil toplum örgütleriyle iş birliği içinde “Kıbrıslı Türkler Nereye” isimli tam günlük bir konferans düzenledim.

14 Aralık Cumartesi günü düzenlediğimiz konferansta 8 tane sivil toplum örgütü ile birlikte 100’ün üzerinde katılımcı ve 15 fikir ve bilim insanı ile bir araya geldik, Kıbrıslı Türklerin ekonomik, siyasi ve kültürel boyutlardaki gerçeklerini tartıştık. Tartışmanın sonucunda hazırlanan Sonuç Bildirgesini Türkçe ve Yunanca dillerinde Avrupa Parlamentosu’na taşıdım.

Birçok ülke gibi COVID-19 Pandemisi Kıbrıs’ı da zor ve sıkıntılı bir sürece sokmuştur. Çoğunlukla turizm ve yüksek öğrenime dayalı ekonomik yapı yaklaşık iki ay boyunca süren kapanma döneminde ciddi hasar almış, birçok işletme iflas noktasına gelmiş, 50,000 kişi en temel yaşamsal ihtiyaçlarını sağlayamaz duruma düşmüştür. Bu insanların sorumluluğunu yüreğimde hissettim. Çalışmasını yasakladığı kişilere ekonomik destek yapacak mali imkânı olmayan ‘Devlet’ insanları siz ve ötekiler diye ayırmaya başlamış, ‘bizden’ olmayanın ölüme terk edilebileceğini ima etmişti. Bu kafanın COVID-19’un ortaya çıkardığı derin krizi yönetemediği açıkça ortadaydı. Dış mali yardım gerekli ve oldukça acildi ve ‘Hükümetin’ bu konuda herhangi bir adım atmaya niyeti veya yetkinliği yoktu. Görünmezliğimizin en fazla göründüğü yerdeydik. Bu krizle birlikte Avrupa Birliği’nin tam üyesi olmanın, gerçek bir üyeliğin değeri açıkça ortaya çıkmıştı, elbette tanınmış, demokratik, hukukun üstünlüğüne dayalı, şeffaf ve adil bir yönetimin de ne kadar önemli olduğunu bir kez daha anlamıştık.

Avrupa Komisyonu’na derhal ivedi bir soru önergesi yönelttim ve Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’e bir mektup yazarak Kıbrıs Türk ekonomisinin durumunu ortaya koydum. AB müktesebatının kuzeyde askıda olması nedeniyle AB yurttaşı olan Kıbrıslı Türklerin Avrupa Birliği fonlarından direk olarak faydalanamadıklarını hatırlattım. Durumun acil olduğunu, Avrupa Komisyonu’nun acil bir ekonomik ve sosyal yardım paketi hazırlamasının Kıbrıslı Türklerin bu zor günleri atlatabilmesi için elzem olduğunu anlattım. Avrupa Komisyonu’ndan AB yurttaşı olan Kıbrıslı Türkler için Korona Virüsü ile mücadele yönünde acil yardım talep ettim.

Bir yandan bu yönde Avrupa Parlamentosu ve AB Konseyi üyelerinden siyasi destek sağlamaya giriştim, bir yandan da Avrupa Komisyonu yetkilileri ile bu yardımın en hızlı ve en verimli şekilde nasıl uygulamaya girebileceğini tartışmaya başladım. 11 Milyon Euroluk acil durum ekonomik destek paketi böylelikle şekillendi ve Avrupa Komisyonu tarafından 13 Mayıs tarihinde açıklandı. Görünmezliğimizin en fazla göründüğü yerde, bu yönde mücadele veren bir Avrupa Parlamenterinin de ne derece ciddiye alındığını ve bu mücadele alanının, açtığımız bu minik pencerenin önemini de ortaya koydu. Federal Kıbrıs üzerinden uluslararası hukukun, ekonominin ve politikanın içindeki yerimizi alana dek, Kıbrıslı Türklerin görünürlüğünü artırmak için mücadelem her alanda devam edecektir.

Toplumların Yakınlaşması

Avrupa Birliği savaş tehlikesini defeden, halkları yakınlaştıran bir projedir. Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar olarak değil, Kıbrıs’ın geleceğinden endişe duyan Kıbrıslılar olarak ortaklaşmak zorundayız. Kalıcı, sürdürülebilir bir barış inşa etmek için etnik gruplar içinde ayrı ayrı ve birbirinden kopuk olarak mücadele etmek yeterli değildir. Bunu yaşadık, öğrendik. Bir araya gelmeli, karşılıklı tanınma ve eşitlik temelinde, çağdaş, demokratik, çoğulcu, Federal bir Kıbrıs için üçüncü toplum olarak birlikte mücadele vermeliyiz.

Kıbrıs bir çözüm ve barışma arayışı içindedir, ben Kıbrıs’ta sadece bir antlaşma yapılmasını istemiyorum, toplumları da barıştırmak istiyorum. Avrupa’nın ‘rapprochment’ dediğimiz yakınlaşma politikalarının deneyimlerinden öğreneceğimiz çok şey vardır. Bir Federalist olarak toplumların yakınlaşmasına büyük önem veriyorum. Avrupa Parlamentosu’nun imkanlarını bu yönde kullanıyorum. İki toplumun birbirini anlayabilmesi için dilden başlayarak eğitim, kültür alanlarında ortak projeler, okullar arası işbirlikleri, gençleri yakınlaştıran projeleri önemsiyorum, destek veriyorum, çoğaltılması için çaba sarf ediyorum.

28 Şubat Cuma günü, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Korona virüsünün yayılmasına karşı bir tedbir olarak tek taraflı karar verip, uygulamaya koyduğu, adadaki dört geçiş noktasının geçici bir süreliğine kapatılması, birçok Kıbrıslı Rum ve Kıbrıslı Türklerin geçişlerini çok zor hale getirdi ve yurttaşlar arasında öfkeye yol açtı. Kişilerin ve malların kuzeyden güneye geçişini düzenleyen Yeşil Hat Tüzüğü bir AB Konseyi kararıdır ve ekinde geçiş noktaları listelenmiştir. Bu karar Yeşilhat Tüzüğü’nün ruhuna aykırı olduğu gibi, Pandemi sürecinde iki toplumun ayrı ayrı mücadele etmesi yönündeki ilk adımı da atmıştır ve kuzeyde de kısa zamanda karşılık bulmuştur. Kıbrıslıların artık ortak sorunlara karşı ortak mücadele yöntemleri geliştirmeyi öğrenmeleri gerekmektedir. Geçiş noktalarının sağlık bahanesi kullanılarak kapalı kalmaya devam etmesi kabul edilmezdir ve tüm kapıların derhal açılması için adanın her iki tarafında ve Avrupa Parlamentosu nezdinde mücadele veriyorum.

12-15 Kasım tarihleri arasında 55 Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rum’dan oluşan bir grubu Avrupa    Parlamentosu’na bir çalışma, tanıma, yakınlaşma gezisine davet ettim. Grup Avrupa Parlamentosunun resmi görevlileri tarafından yapılan Avrupa Birliği tanıtım sunumunu dinledikten sonra Avrupa Parlamentosu Genel Kurul Oturumunu izledi.

Kıbrıs’tan gelen barış grubu ile birlikte Brüksel’de düzenlediğim ‘Şairlerimizin Türküleri’ adlı etkinlikte Nazım Hikmet, Yannis Ritsos, Fikret Demirağ ve Tefkros Anthias gibi şairlerin şiirlerinin ve de türküleri okuduk, müzik yaptık, ortak folklorumuzu keşfettik. İki dilliliği yaymak, ortak kültürümüzü keşfetmek, yakınlaşmak, birbirimizden öğrenmek için sanattan, şarkılardan, şiirlerden daha güzel bir şey var mıdır? Mesela Nazım Hikmet Yunan iç savaşına gider ve Nikos Beloyiannis’i bulur, Fikret Demirağ Lefke’de oğlunu kaybeden bir Rum kadın bulur ve onun acısını paylaşır. İşte şairleri bunun için seviyoruz, çünkü onlar siyasetin, toplumların, milletlerin, milliyetçiliğin ördüğü ideolojik duvarların dışına taşırlar bizleri.

Geçmişimizdeki çatışmaların gerçeklerini yazdığım kitaplar, çektiğim belgeseller, yaptığım konuşmalar ile gerek Avrupa Parlamentosu’nda gerekse Kıbrıs’ın kuzeyinde, güneyinde, doğusunda, batısında bıkmadan usanmadan dile getiriyorum. Hatırlıyorum, doğduğum köyde komşularımızın çoğu Kıbrıslı Rum’du. Milliyetçilik öncesi zamanlarda insanlar köyde doğal bir dayanışma içinde yaşıyor ve herkes iki dilli de gayet iyi konuşuyordu. Köydeki çiftliklerde çalışan fakir köylüler hem Türkçe hem Rumca biliyor, kimliklerini yaptıkları iş, yaşadıkları yöre ve inandıkları dinlerden alıyorlardı. Fakat Milliyetçilik akımıyla birlikte din ve dil gibi toplumsal özelliklere milli misyonlar yükledi. Artık gerilim yaratacak bir hedef yoktur, ortak bir devleti birlikte yönetmemiz mümkündür.

13 Ocak’ta Pallas Tiyatro’da gala gösterimini yaptığımız Çiçekler ve Kurşunlar Belgeseli ile Panicos Chrisantou ile birlikte yüzleşme sinemasına yeni bir film kazandırdık, Kıbrıslı Rumları ve Kıbrıslı Türkleri empati yapmaya davet ettik. Kendi başlarına gelen kötülükleri hatırlayan ama ötekinin yaşadıklarını görmezden gelen etnik gruplara çift gösteren bir ayna tuttuk. Başlarına gelen kötülükler kadar kendi yaptıkları kötülükleri de gösterdik. Pallas Tiyatro, etnik köken fark etmeksizin, yan yana oturan, ortak geçmişleri ile yüzleşip, film boyunca döktükleri ortak gözyaşlarının birbirlerine sarılmalarına neden olan birçok katılımcıya ev sahipliği yaptı. Türkçe ve Yunanca alt yazılarla, iki dilli hazırlanan belgeseli, adanın farklı yerlerinde gösterildikten sonra Avrupa Parlamentosu’nda sahneleyeceğim.

İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından ekonomik bir işbirliği ile başlayıp yıkık dökük Avrupa’yı ekonomik bir güce dönüştürmeyi başaran Avrupa Birliği örneği bize iki toplumun ekonomik entegrasyonunun Oliki Kypros/Bütün Kıbrıs ütopyamıza ulaşma yolunda önemli bir adım olduğunu gösteriyor. Bu adanın insanları birlikte çok güzel işler başarabilirler. Ekonomik, ve sosyal yaşamdaki iş birlikleri siyasi bütünleşmeyi kolaylaştıracak, pazarı genişletecek, Kıbrıs Türk ekonomisini kalkındıracaktır.

2004 yılından beri yürürlükte olan Avrupa Birliği Tüzüğü, ‘Yeşil Hat Tüzüğü’ kuzey-güney arasındaki ticareti düzenlemektedir. Tüzüğün anlamı çerçevesinde Kıbrıslı Türk üreticilerin ürettikleri veya önemli oranda işledikleri hayvansal olmayan ürünlerin Yeşil Hat üzerinden ticareti Kıbrıs Türk ekonomisine katma değer sağlayacak, iki ekonomiyi birbirine yakınlaştırırken bizleri Federal Kıbrıs’a bir adım daha yaklaştıracaktır.

Gerek tüzüğün iyileştirilmesini, gerekse Kıbrıs Cumhuriyeti Hükümeti’nin tüzük uygulamasında ortaya koyduğu çeşitli engelleri Avrupa Komisyonu’na verdiğim soru önergeleri ve Komisyon yetkilileri ile yaptığım görüşmelerde sürekli gündemde tutmaya devam ediyorum. Nitekim Avrupa Komisyonu’nu da tüzüğün amacına uygun ve doğru uygulandığı konusunda endişelerimi paylaştığını ve bu hususu Kıbrıs Cumhuriyeti makamları nezdinde takip etmeyi sürdüreceğini çeşitli vesilelerle ifade etmiştir. Hedefim AB’nin 4 özgürlüğünün sınırsız yaşandığı Birleşik Federal Kıbrıs yönünde her türlü çabayı göstermeye devam edeceğim.

İnsan Hakları, Demokrasi, Eşitlik ve Adalet Mücadelesi

Avrupa Birliği savaş tehlikesini defeden, halkları yakınlaştıran bir projedir. Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar olarak değil, Kıbrıs’ın geleceğinden endişe duyan Kıbrıslılar olarak ortaklaşmak zorundayız. Kalıcı, sürdürülebilir bir barış inşa etmek için etnik gruplar içinde ayrı ayrı ve birbirinden kopuk olarak mücadele etmek yeterli değildir. Bunu yaşadık, öğrendik. Bir araya gelmeli, karşılıklı tanınma ve eşitlik temelinde, çağdaş, demokratik, çoğulcu, Federal bir Kıbrıs için üçüncü toplum olarak birlikte mücadele vermeliyiz.

Kıbrıs bir çözüm ve barışma arayışı içindedir, ben Kıbrıs’ta sadece bir antlaşma yapılmasını istemiyorum, toplumları da barıştırmak istiyorum. Avrupa’nın ‘rapprochment’ dediğimiz yakınlaşma politikalarının deneyimlerinden öğreneceğimiz çok şey vardır. Bir Federalist olarak toplumların yakınlaşmasına büyük önem veriyorum. Avrupa Parlamentosu’nun imkanlarını bu yönde kullanıyorum. İki toplumun birbirini anlayabilmesi için dilden başlayarak eğitim, kültür alanlarında ortak projeler, okullar arası işbirlikleri, gençleri yakınlaştıran projeleri önemsiyorum, destek veriyorum, çoğaltılması için çaba sarf ediyorum.

28 Şubat Cuma günü, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Korona virüsünün yayılmasına karşı bir tedbir olarak tek taraflı karar verip, uygulamaya koyduğu, adadaki dört geçiş noktasının geçici bir süreliğine kapatılması, birçok Kıbrıslı Rum ve Kıbrıslı Türklerin geçişlerini çok zor hale getirdi ve yurttaşlar arasında öfkeye yol açtı. Kişilerin ve malların kuzeyden güneye geçişini düzenleyen Yeşil Hat Tüzüğü bir AB Konseyi kararıdır ve ekinde geçiş noktaları listelenmiştir. Bu karar Yeşilhat Tüzüğü’nün ruhuna aykırı olduğu gibi, Pandemi sürecinde iki toplumun ayrı ayrı mücadele etmesi yönündeki ilk adımı da atmıştır ve kuzeyde de kısa zamanda karşılık bulmuştur. Kıbrıslıların artık ortak sorunlara karşı ortak mücadele yöntemleri geliştirmeyi öğrenmeleri gerekmektedir. Geçiş noktalarının sağlık bahanesi kullanılarak kapalı kalmaya devam etmesi kabul edilmezdir ve tüm kapıların derhal açılması için adanın her iki tarafında ve Avrupa Parlamentosu nezdinde mücadele veriyorum.

Daha demokratik bir Avrupa

Avrupa Parlamentosu yurttaşların seçtiği tek kurumdur. Avrupa Parlamentosunu ve bu Parlamentoyu oluşturan yurttaşların sesini güçlendirmemiz gereklidir. Bir tarafta kendi aralarında anlaşma yapan devletler, diğer tarafta ise Avrupalıların çıkarlarını temsil eden Parlamento üyeleri var. Hükümetler Avrupa Parlamentosu’ndaki partileri üstünden Avrupa Parlamentosu’na dayatmada bulunuyorlar. Avrupa Parlamentosu’na girdiğim zaman benim arkamda bir Hükümet yok, çıplak bir vatandaş olarak, parlamento içinde ittifaklar kuruyor yurttaşların sesini güçlendirmek için çareler arıyorum.

Çok kültürlülük zenginliktir

Çok kültürlülüğün, çok sesliliğin, çok renkliliği beslediğini toleransı artırdığını düşünüyorum. Demokratik ve adil toplumlar katılımcılığın ve çoğulculuğun teşvik edilmesi ile sağlanırlar. Avrupa Birliği’ni söylemden öte farklılıkları ile bütünleşen gerçek bir topluluk yapmak için mücadele eden, başka bir Avrupa mümkün diyen grupların arasındaki renklerden biri olmaktan ve sol görüşlü bir demokrat olarak bu mücadeleyi vermekten onur duyuyorum.

Sanata, sanatçıya, kültüre, üretene saygı duyuyorum. Avrupa’da sanatsal ve kültürel aktivitelerin çoğalması, eğitimin yanında kültürün de desteklenmesi, emekçilerin emeklerine saygı duyulması ve yüceltilmesi konularında çalışmalar yapıyorum.

İklim Adaleti

Kitlesel bir yok oluş yaşıyoruz: toprak altımızdan gerçek anlamda kayıyor. Dünya ısınıyor, buzullar eriyor, denizler kirleniyor, türler birbirini ardına dünya üzerinden kayboluyor. Gezegenimizi, evimizi daha fazla para adına yakıyoruz. Ne kadim toprak insanlarının seslerini dinliyoruz ne de can havliyle feryat figan geleceğimi katletme diye bağıran gençlerimizi. Sorumsuzca tüketmeye, tüketim çılgınlığımızı tatmin etmek adına gökyüzüne durmaksızın sera gazı salmaya devam ediyoruz.

Çok ciddi bir iklim krizi ile karşı karşıyayız. Daha fazla bunu görmezden gelemeyiz. Yaşam şeklimizi, tüketim kültürümüzü, doğa ile ilişkimizi acil olarak değiştirmeli, yaşadığımız dünyayı mahvetmekten derhal vazgeçmeyiz. Fosil yakıt yerine yenilenebilir enerji kaynaklarına yatırım yapmalı, karbon üretimimizi sıfırlamalı, doğal eko-sistemlerini, denizlerimizi yağmur ormanlarını korumalı ve eski hallerine geri döndürmeliyiz ancak o zaman iklim krizinin yakıcı etkilerini azaltabilir tüm canlılar için yaşanılası bir dünya yaratabiliriz.

Orman yangınları ile canımızın yandığı bu günlerde, 17 yaşındaki çevre aktivisti Greta Thunberg’in sözleri daha da bir önem kazanmaktadır. ‘Evimiz yanıyor’ bu yangına birkaç damla su atabilmek adına Avrupa Parlamentosu’nda yaptığım Kıbrıs’ta siyanür kullanılmasının önüne geçilmesi, çevrenin korunması, orman arazilerinin taş ocağına dönüştürülmesinin engellenmesi, ağaçlandırmaya fon ayrılması gibi girişimlerim artarak devam edecektir.