Kendini Gerçekleştiren Kehanetler
Başlıktaki cümle İngilizceden çevrilmiştir. “Self fulfilling prophecies” deyişi Türkçeye böyle çevriliyor. “Kendini Gerçekleştiren Kehanetler” cümlesiyle anlatılmak istenen, geleceğe dair hararetli ve mutlak bir şekilde olumsuz bir öngörüde ısrar ederseniz, bunun bizzat sizin davranışlarınız sayesinde gerçekleşmiş olacağıdır.
Daha açık bir ifadeyle, bazı hallerde korktuğunuz şey başınıza gelebilir, çünkü bunu bizzat siz provoke ediyorsunuz.
Kıbrıs’ın yakın tarihi bir anlamda kendini gerçekleştiren kehanetlerle doludur. Ama bu başka bir yazının konusudur.
Gelelim günümüze.
Bugünlerde Kıbrıs’ta tansiyon yeniden yükseldi. Türkiye’nin denizlerde doğal gaz arama faaliyetlerine başlaması ve Kıbrıs Rum tarafının bu faaliyetlerin Kıbrıs’ın münhasır ekonomik bölgesinde yapıldığını iddia etmesi, bir süreden beri tansiyonu yükseltiyor.
Türkiye’nin Kıbrıs Rum tarafının izlediği enerji politikasına gerilim politikasıyla yanıt vermesi çözüm arayışlarını iyice zorlaştırdı.
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Türkiye’ye karşı AB ambargosu uygulatmaya yönelmesi ve Mustafa Akıncı’nın önerilerinin reddedilmesi ise durumu daha da vahimleştirdi.
Bu gelişmelerin Kıbrıs Sorununun çözümüne yönelik umutları iyice kırdığı ve çözüm girişimlerini aksattığı aşikardır.
Gelgelelim, Perşembenin gelişi Çarşambadan belliydi.
Crans Montana’dan beri müzakere ve çözüm yollarının tıkanmış olması gerilimlere adeta davetiye çıkardı.
Ve bunda hem Nikos Anastasiadis’in hem de Türkiye’nin büyük sorumluluğu vardır.
Nikos Anastasiadis’ten başlayalım.
Crans Montana’dan sonra müzakerelerin yeniden başlaması yönünde ortaya hiçbir olumlu çaba koymadı. Hiçbir açıklama getirmediği “adem-i merkeziyetçi federasyon” tezinden bahsetti veya “parlamenter rejimden” dem vurdu. Zaman zaman kapalı kapılar ardında veya açık havada başka şeyler de söyledi ama masada duran Guterres Çerçevesini bir kere olsun kabul ettiğini net ve açık biçimde söylemedi.
Mustafa Akıncı, bu konuda çok sarih bir tavır takınıp Guterres Çerçevesini stratejik anlaşmaya çevirmek için masaya oturulmasını önerdiğinde de bin bir bahane uydurarak buna yanaşmadı.
Topu taca attı, kaçak güreşti. Zamana oynamaya yöneldi ve giriştiği bölgesel işbirlikleri ve Jeo-politik oyunlar sayesinde doğal gaz arayışında tek başına yol alabileceğini zannetti.
Bu politikanın Türkiye’yi denizlere indireceği aşikardı. Bunu kendisi de biliyordu.
Ne var ki, olacakları bildiği halde bildiğinden vaz geçmedi.
Bugün ne derse desin, Türkiye’nin yasal olmayan doğal gaz arama faaliyetlerini biraz da kendisi provoke etmiştir. Müzakere masasına dönme konusunda irade sergilemedi, Kıbrıslı Türklerin siyasi eşitliğini sorgulamaya açtı ve Türkiye’yi enerji haritasının dışında tutmaya yöneldi.
Bu politikanın böylesi sonuçlar doğuracağını, başta kendisi olmak üzere, herkes biliyordu. Nitekim DİSİ başkanı Averof bu konuda açıkça uyarılarda bulunmuş, müzakerelere başlanmazsa “tsunamilerin geleceğinden” söz etmişti. AKEL’in sistematik uyarılarını ise Mısır’daki sağır Süleyman bile duymuştu ama Anastasiadis duymadı.
Türkiye’nin sorumluluklarına gelince.
Crans Montana’dan sonra, masada Guterres Çerçevesi olduğu halde Çavuşoğlu federal devlet fikri ölmüştür anlamına gelen açıklamalar yaptı. BM Parametreleri çerçevesinde -yani federal devlet zemininde- çözüm arama zamanının geçtiğinden bahsetti. Anastasiadis’in sırf Guterres Çerçevesinden kurtulmak amacıyla kapalı kapılar ardında sarf ettiği “iki-devletli çözüm” veya “konfederasyon” gibi hayallere bel bağladı. Mustafa Akıncı’yı gölgede bırakarak konfederasyoncu Kudret Özersay’ı ön plana çıkardı.
Böylece, Anastasiadis’in bedel ödemeden Guterres Çerçevesinden kaçmasına yardımcı oldu.
Guterres Çerçevesinden ve haliyle federal çözümden uzaklaşan Anastasiadis ve Türkiye, şimdi deniz altındaki zenginlikler yüzünden kavga edip, Kıbrıs’ın insanlarına büyük zararlar verebilecek gerilimler yaratıyorlar.
Oysa aklı selim herkes bilir ki, Kıbrıs Rum tarafı enerji yolunda sonuna kadar tek başına yürüyemez. İsrail’in arabasına binmek de sonuç almak için yeterli değildir. Ne de AB’nin Türkiye’ye ciddi anlamda ambargolar uygulaması veya yaptırımlarda bulunması söz konusudur. Nitekim AB tarafından açıklanan önlemler daha çok göz boyamak içindi.
Öte yandan şu da bir gerçektir ki, Türkiye kuvvet politikası uygulayarak bölgenin enerji haritasına dahil olamaz.
Kısacası ne bir tarafın diplomatik girişimleri (soft policy), ne de diğer tarafın kuvveti (hard policy), sonuç alıcı değildir. İki antagonist aktörün bir an önce bu tehlikeli oyuna son vermesi gerekiyor. Uzlaşmaya yönelmek için bundan daha ideal koşullar olamaz, çünkü kimsenin kimsenin bileğini bükemeyeceği bir denge söz konusudur.
Fakat gelin görün ki, ortada zihniyet sorunu var. Saplantılı milliyetçilerin dünyasında uzlaşma “ihanet” olarak görülüyor. Bu yüzden bunu başaracakları konusunda ciddi tereddütlerim var.
Açıkçası, Kıbrıs için endişeleniyorum…
Bu kısır döngüyü kırmak ve müzakere sürecinin başlamasını sağlamak sanırım Mustafa Akıncı’ya düşecektir. Kıbrıslı Türklerin siyasi eşitliğinden taviz vermeden “etkin katılım” konusunda bazı açılımlar yapılabilir diye düşünüyorum. Yürütme, yargı ve yasama organlarında Kıbrıslı Türklerin katılımı olmadan karar alınması elbette mümkün değildir ama önemli önemsiz her federal kurumda bir olumlu oy talebi gözden geçirilebilir.
Bu yönde yapılacak bir açılım hem BM hem de AB tarafından büyük bir takdirle karşılanacak ve Anastasiadis’in bu aktörler tarafından “makul” görünen kaçış yollarından birinin önü kesilmiş olacaktır.
Kıbrıs zor günlerden geçiyor, yaratıcı olmak zorundayız…
Kaynak: Kendini Gerçekleştiren Kehanetler – Niyazi Kızılyürek