Gençler ve Yeniden Başlamak
1 Mayıs 2004 akşamında hayatımın en hüzünlü anlarından birine kapılmıştım. O gün Kıbrıs fiilen Avrupa Birliği üyesi olmuştu ve Lefkoşa’nın Rum semtinde çılgınca kutlamalar yapılıyordu. Büyük bir kalkışmayla eşitliği ve barışı arayan Kıbrıs Türk toplumu ise Türk ve Rum statükocuların el birliğiyle dışarıda bırakılmıştı.
Rauf Denktaş 2002-2003 arasında, Tassos Papadopullos da 2004’te adada barışın önünü keserek siyasi bir entite olarak Kıbrıslı Türkleri AB’nin dışında bırakmayı becermişleridi.
1 Mayıs 2004 akşamında Papadopoullos, Elefteria meydanında sevinçten neredeyse çifte telli oynayacaktı. Kıbrıs’ın AB üyesi olmasıyla Brüksel ile egemenlik paylaşımını kutluyordu ama yurttaşları Kıbrıslı Türklerle egemenliği paylaşmaya şiddetle karşı çıkmıştı. Ona bu “zevki” tattıran da Türk tarafının esnemeyen tavrı olmuştu. On binlerce Kıbrıslı Türk sokaklara dökülmüştü ama, Rum tarafının eli ve kolunun bağlı olduğu 2002’nin sonu ile 2003’ün başlarında Rauf Denktaş’a BM’nin kapsamlı çözüm planına “evet” dedirtememişti.
Kıbrıs AB üyesi olduktan sonra Brüksel’e her gittiğimde AB koridorlarında genç Kıbrıslı Rumlarla karşılaşıyordum. Hepsi de AB’de iş başı yapmıştı. Gözlerim Kıbrıslı Türk gençleri boşuna arıyordu. Bir kaç istisna dışında Kıbrıslı Türklere rastlamak mümkün değildi.
2008 yılında iktidara gelen Dimitris Hristofyas özellikle Kıbrıs’ın AB dönem başkanlığını yaptığı esnada bazı Kıbrıslı Türklere görev vermişti ama yer yerinden oynamıştı. Milliyetçi Kıbrıslı Rumlar adeta ayaklanmış, Kıbrıslı Türklere iş verdiği için Hristofyas’ı yerden yere vuruyorlardı.
Uzun lafın kısası, Kıbrıs AB üyesi olduktan sonra AB yurttaşı olan Kıbrıslı Türkler, üyeliğin nimetlerinden ya hiç ya da çok az yararlandılar.
Bunun ana nedenlerinden biri çözümsüzlüğün devamıysa, başka bir nedeni de Kıbrıs AB üyesi olurken ülkenin iki resmi dilinden biri olan Türkçe’nin AB çalışma dilleri arasına alınmamasıydı. Kıbrıs Rum tarafı bu konuya bir kaç kez değinmişse de, peşine düşmedi ve Türkçe’nin dışarıda kalmasına göz yumdu. Bu da Kıbrıslı Türkleri dil bakımından dezavantajlı bir duruma düşürdü ve AB’de iş bulmalarını zorlaştırdı.
Avrupa Parlamentosuna aday olduğum günden beri sık sık Türkçe’nin de AB’nin çalışma dillerinden biri olması için uğraşacağımı söylüyorum. Bunu ana dilim Türkçe olduğu için söylemiyorum. Böyle bir gerekçe yeterli olmayabilir. Benim aslı savım, Türkçenin AB üyesi bir ülke olan Kıbrıs’ın resmi dillerinden biri olmasıdır. Bunu söylediğim için milliyetçi Kıbrıslı Rumların eleştirisine uğruyorum. Nitekim geçtiğimiz günlerde RİK televizyonunda katıldığım bir programda, adaylardan biri bu konuda beni suçlamaya kalkıştı. Kendisine verdiğim yanıt çok basitti: “Kıbrıs’ın iki resmi dili var, bir AB’ye girdi, diğeri dışarıda kaldı, neden?”
Yanıt yok. Cehalet diz boyu. Bana İngilizcenin de “resmi dil” olduğunu söyledi!
Kendisine kibarca Kıbrıs anayasasını bir daha okumasını önerdim.
Evet, adaylığımın amaçlarından biri, Kıbrıs Türk gençlerine daha fazla AB imkanı sunmaktır. Türkçenin kabul görmesi halinde bunun daha kolay olacağını düşünüyorum.
Fakat benim asıl hedefim, Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rum gençlerin ortak projeler yapması ve birlikte çalışmalarıdır. Çevreden kültüre, eğitimden bilim ve spora kadar hayatın pek çok alanlarında birlikte çalışmalarına yardımcı olmaktır.
Bunun, ülkemizde kurmak istediğimiz kalıcı barış açısından son derece önemli olduğunu düşünüyorum. Nitekim AB üyesi ülkeler de kendi aralarında kalıcı barışı sağlamak için gençlerine birbirlerini tanıma ve birlikte eğitim görüp işe yapma imkanları sunmuşlardır, sunmaya da devam ediyorlar.
Bu imkanları Kıbrıslı gençlere de sunmayı talep etmek, AB tarafından anlayışla karşılaşacağına eminim.
Bu bir bakıma, 2004’te yitirilen fırsatı ucundan yeniden yakalamak ve her şeye yeniden başlamak anlamına gelecektir.