Müzakere-Arifesi Manevraları ve CTP
Geçtiğimiz günlerde Ankara’da bir araya gelen Özdil Nami ile Ahmet Davutoğlu Kıbrıs müzakereleri arifesinde yaptıkları açıklamalarla çözüm beklentisi içinde olan herkesi şaşırttılar. Özdil Nami “Kıbrıs Türk halkının artık dünyayla bütünleşmesi gerektiğini” vurgulayarak iki ay içinde “çözüme” gidilmesini istiyor: “Mart 2014 diye bir hedef koyduk. Bundan önce kapsamlı çözümle ilgili bir referandumu adamızda gerçekleştirmek ve bu kapsamlı çözümü mutlaka gerçeğe dönüştürmek istiyoruz”. Nami, müzakerelerde bugüne kadar önemli aşamalar kaydedildiğini ve bunların yok sayılamayacağını iddia ettikten sonra, “bu iş artık 50 yılı aşmamalıdır. Eğer bu olamıyorsa da dünya durup ‘Kıbrıs’ta artık ne yapmalı?’ sorusuna farklı bir cevap üretmelidir” diye konuştu.
Evvela bir hatırlatmada bulunalım. Bugüne kadar “müzakerelerde kaydedilen önemli aşamalar” Türk tarafının daha çok “aldığı” konu başlıklarını kapsıyor. Yönetim ve Güç Paylaşımı, AB ve Ekonomi gibi… Türk tarafının “vermesi” gerektiği Toprak, Mülkiyet, Güvenlik ve Garantiler gibi konularda ya hiç ilerleme olmadı ya da kayda değer ilerlemeler sağlanamadı. Üstelik Türk tarafı geçtiğimiz yıllarda bu konularda tavrını daha da sertleştirdi.
Özdil Nami’nin Ankara’da Diplomasi Muhabirleri Derneğinde yaptığı konuşmadan da anlaşılacağı üzere, Türk tarafı Toprak konusunda Annan Planının da gerisine gitti: “Biz Türk tarafı olarak Annan Planı’ndaki toprak tavizi kadar rahat bir noktada olamayacağımızı karşı tarafa ilettik. O günden bugüne 10 yıl geçti, Maraş bölgesi hariç, toprak düzenlemesine tabi olacak bölgelerde ek yatırımlar oldu, hayat devam ediyor. O yüzden, o denli bir tavizi vermek daha zor. Ama toprak düzenlemesi üç aşağı beş yukarı o haritada neyse ona benzer bir şekilde olacak.”
Mülkiyet konusu ise Nami’nin de itiraf ettiği “çetrefilli” bir konudur. “Açıkta kalan konuların en çetrefillisi mülkiyet konusudur” diyor. Fakat başka bir konu daha vardır ki, o hepsinden zordur. Kıbrıs Rum tarafının çok önem verdiği Güvenlik ve Garantiler konusunda taraflar zıt kutuplarda bulunuyor.
Türk tarafı 1960 yılında imzalanan Garanti ve İttifak anlaşmalarının olduğu gibi devam etmesini istiyor. Kıbrıs Rum tarafında ise buna “evet” diyecek lider yok! Özetleyecek olursak, Toprak, Mülkiyet ve Güvenlik konularında taraflar uzlaşma menzili içine girmediler. Ayrıca, federal devletin nasıl kurulacağı da henüz açıklığa kavuşmuş değil.
Kıbrıs Rum tarafı Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yeniden yapılandırılarak iki bölgeli federal bir devlete dönüştürülmesini savunuyor. Bir tür “İkinci Kıbrıs Cumhuriyeti” kurulmasını istiyor. Türk tarafı ise, en iyi durumda, “bakire doğum” tılsımına takılmış. Bu kadar görüş ayrılığı varken ve müzakereleri Osman Ertuğ sürdürürken iki ayda Kıbrıs Sorununun çözülebileceğini ileri sürmek olsa olsa taktiksel bir manevra olabilir.
“Kıbrıs Sorununu ya iki ayda çözeriz ya da dünya federal çözüm arayışlarına son verip başka çözümlere, yani iki-devletli çözümlere yönelmelidir” demeye getiriliyor. Davutoğlu zaten geçtiğimiz Mart ayında “iki devletli çözümü de müzakere etmeye hazırız” demişti. İki devletli çözümün Kıbrıslı Türkler açısından ne anlama gelebileceğini başka bir yazıya bırakalım ama şimdilik bunun en iyi durumda Türkiye’nin Kıbrıs’ta Cebelitarık’ı olmak anlamına geldiğini söyleyerek yetinelim.
Öyle anlaşılıyor ki, Türkiye federal çözüm konusunda yapay bir “ivedilik” yaratıp sonra da federal devlet modelini ortadan kaldırmayı hesaplıyor. Yani, bu “çabukluk” ev sahibini bastırmak içindir… Nitekim kulis bilgileri sağlam olan Sami Kohen 11 Ekim 2013 tarihli Milliyet gazetesinde şöyle diyor: “Ama bize öyle geliyor ki, Türk tarafında yeni müzakere sürecinin artık bir “son” olacağı kanısı giderek güçleniyor. Bu kez de anlaşma olmazsa, bu çözümsüzlüğe son vermenin en iyi yolunun KKTC’nin bağımsızlığını resmileştirmek olduğunu düşünenler çok. KKTC Dışişleri Bakanı Özdil Nami de Ankara’daki konuşmasında, KKTC’nin bu takdirde “dünyaya entegre” edilmesi gerektiğinden söz etti. Hükümetin böyle bir B planı olduğundan şüphe yok. Ama gene de uzlaşmaya yönelik müzakerelere (belki de “son”) bir şans veriyor.” İşaretler Sami Kohen’i doğruluyor.
Davutoğlu, Nami ile “KKTC’nin dünyada tanınması konusunu” ele aldıklarını saklamıyor. Eğer bu “zaman mühendisliği” -müzakereler ne zaman başlarsa başlasın, başlangıç ayı Kasım olsa bile, Türk tarafı yılsonuna kadar “çözüm” istediğini söylüyor- Rum tarafını çözüm doğrultusunda sıkıştırmak için taktiksel bir yaklaşım olarak düşünülmüşse, işe yaramayan, sonuç alıcı olmayan yanlış bir yaklaşım olduğunu söyleyebiliriz. Yok, eğer esasa dönük bir politika ise zaten kabul edilmezdir.
Üzerinde kurulduğu toprakların % 80’nin silah zoruyla kovulan Kıbrıslı Rumlara ait olan KKTC’yi uluslararası hukuk zemininde meşru kılmanın imkânı yoktur. Bilinmelidir ki, Kıbrıs Sorunu sadece “Kıbrıslı Türklerin dünya ile bütünleşme” sorunu değil, aynı zamanda Kıbrıslı Rumların ihlal edilen haklarının restore edilmesi sorunudur. Bu yüzden Türk tarafından beklenen yarı tehditkâr bir tavırla Kıbrıs Rum tarafını sıkıştırmaya çalışmak değil, sorumluluk duygusuyla hareket edip federal çözüm konusunda ortaya sağlam bir irade koymasıdır.
Kıbrıs Sorununu tarihselliği içinde ele alırsak, Türk tarafının en maksimalist talebi olan coğrafi esasa dayalı federasyon tezi kabul edilmiştir ve BM parametresi haline gelmiştir. Diğer talepleri de karşılanmıştır. Kıbrıslı Türklerin azınlık değil, siyaseten eşit toplum olduğunu artık herkes kabul ediyor. Kıbrıslı Rumların Yunanistan ile birleşmesinin yasaklanmasına gelince -ki bu Türk tarafı için ölüm-kalım meselesiydi- Enosise artık ne akıllarda ne gönüllerde ne de anlaşmalarda yer vardır.
Bütün bunlardan sonra Türk tarafından beklenen, bir Türk tezi olan federal devlet tezinin hayata geçirilmesine yardımcı olmaktır. İnsan ve yurttaşlık haklarına saygılı, farklılık içinde birlik şiarını ön plana çıkaran bir federal devlet fikrini benimsemesidir. Cemaatlerin karşılıklı etkileşimden uzak durduğu ve ayrı ayrı vagonlarda seyahat ettiği pre-modern Osmanlı Millet Sistemi gibi bir düzeni savunmak değil. Böyle bir anlayışı toplumsal hareketliliğin doruk noktaya ulaştığı günümüz dünyasına taşımak mümkün olmadığı gibi, yan yana iki ayrı
“Etnik-Getto” kurmak da kabul edilmezdir. Çözüm, federal, demokratik bir devlet ilkesi ile çoğulcu bir toplum anlayışına dayanmalıdır.
Sahi, müzakerelerin arifesinde bütün bunlar yaşanırken CTP nerededir? Kıbrıs Sorununun neresindedir? Müzakerelerin iki ayda biteceğini mi düşünüyor? Yoksa en kısa sürede çözüm bulunmazsa Ahmet Davutoğlu, Derviş Eroğlu, Egemen Bağış ve Özdil Nami’nin açıkladığı gibi KKTC’nin tanınması veya iki devletli çözüm formüllerinin gündeme getirilmesini mi benimsiyor? Partinin Kıbrıs Sorunu konusunda söyleyecek bir sözü yok mu? Varlığını barış partisi olmaya borçlu olan CTP bu kritik aşamada sessizliğini ne zaman bozacak?
Kaynak: Müzakere-Arifesi Manevraları ve CTP – Niyazi Kızılyürek