“Nikos Davutoğlu” ve Dış Politika
Yazının başlığı haklı olarak tuhafınıza gidebilir. Nikos Anastasiadis ve Ahmet Davutoğlu isimlerinden türetilen bu başlığı seçmemin nedeni, bir dönem Türkiye dış politikasına damgasını vuran Ahmet Davutoğlu’nun komşularla “sıfır sorun” söylemini Nikos Anastasiadis’in hayata geçirdiğini ima etmek istememdir.
Gerçekten de Nikos Anastasiadis son dönemde yoğun bir dış politika trafiği yürütüyor. Resmi Rusya ve Fransa ziyaretlerinin ardından, “dostum” diye hitap ettiği Lübnan başbakanı Hariri’yi önce Kıbrıs’ta ağırladı, sonra da Hariri’nin istifası esnasında kendisiyle sürekli olarak temasta kaldı. Hatta Lübnan’da krizin aşılması için arabuluculuk rolü üstelendi.
Geçtiğimiz günlerde ilk defa bir Mısır devlet başkanı Kıbrıs’ı ziyaret etti ve iki ülke arasında önemli anlaşmalar imzalandı. Mısır devlet başkanı Sisi, Kıbrıs, Yunanistan ve Mısır üçgeninde ortak enerji politikalarına onay verdi.
Benzer biçimde, Kıbrıs, İsrail ve Yunanistan arasında da enerji zirveleri düzenleniyor.
Kısacası, Nikos Anastasiadis, bir yandan Mısır, İsrail, Lübnan ve Ürdün gibi komşu ülkelerle yakın işbirliği geliştirirken, öte yandan da Rusya devlet başkanı Putin ve Fransa devlet başkanı Macron ile dostluk kurabiliyor.
Soğuk Savaş sonrası dönemde Kıbrıs bölgede ve uluslararası politikada ilk defa bu yoğunlukta adından söz ettirirken, Türkiye dış politika alanında önemli gerilemeler yaşıyor. Daha bir kaç yıl öncesine kadar bölgede “oyun kurucu” ülke rolüne soyunan ve komşularla “sıfır sorun” anlayışı ekseninde işbirliği geliştirmeye çalışan Türkiye, şimdilerde neredeyse bütün bölge ülkeleriyle sorun yaşıyor. Ayrıca, AB ve ABD ile ilişkileri son derece kötü durumda.
Bunun elbette birden fazla nedeni vardır. Türkiye “Arap Baharı” esnasında fazla iştahlı göründü ve acele kararlar aldı. Komşu Arap ülkelerinde demokratikleşme taleplerinin Sünni İslam’ın zaferi ile sonuçlanacağı zannedildi ve dış politikaya İslam ve Osmanlı geçmişi temelinde ayar verildi. Bu politika hüsranla sonuçlandı. Suriye’de Esad koltuğunu korurken, Mısır’da Müslüman Kardeşler darbeyle iktidardan uzaklaştırıldılar. Bu arada, başta Irak’ta olmak üzere, bölgede İran’ın nüfuzu artıyor.
Türkiye’nin doğusunda durum böyle iken, Batı ile ilişkiler olabilecek en düşük seviyeye indi. ABD ile, Orta Doğu’nun geleceğine dair farklı stratejilerden ötürü ayrı düşülürken, AB ile ilişkiler tam bir açmaz içinde…
Bu noktada biraz durup düşünmekte yarar var. AB ile ilişkiler, ki bu ilişkiler doğası gereği Türkiye’nin iç politikasına da yansıyor, ne zaman bozulmaya başladı?
Hafızamızı yoklarsak göreceğiz ki, Türkiye Kıbrıs Sorununun çözümü yolunda olumlu tavır takındığı ve Annan Planını desteklediği için AB ile üyelik müzakerelerine başlamıştı. Fakat kısa süre sonra, AB üyesi Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tanımadığını söyleyerek gümrük birliği anlaşmasını Kıbrıs Cumhuriyeti’ni de kapsayacak şekilde uygulamaya koymayı reddetti. Bu da, Türkiye’nin AB üyesi olmasını istemeyen muhafazakar Avrupalılara altın tepsi içinde bir fırsat sundu. Kıbrıs Sorununun arkasına saklanarak üyelik süreci sabote edildi ve müzakere başlıklarının çoğu kapatıldı.
AB sürecine takoz konulması, Türkiye’de 2003-2007 arasında yaşanan demokratik açılım sürecini de sonlandırdı veya sonlandırılması için bahane sayıldı.
Gelinen aşamada Türkiye’nin dış politikasında işler iyi gitmiyor. Ben bu konjonktürde küçük ülke Kıbrıs’ın, Türk dış politikasına önemli katkılarda bulunabileceğini düşünüyorum. Sorunun çözüme kavuşturulması halinde, hem AB ile can çekişen ilişkilerin yeniden canlanması, hem de Türkiye’nin bölgede şekillenmekte olan enerji haritasına dahil edilmesi sağlanabilir. Üstelik , Kıbrıs Sorununu resmi Türk tezi olan “iki bölgeli, iki toplumlu federasyon” temelinde çözüme kavuşturmak imkansız değildir. Unutulmamalıdır ki, Türkiye ve Kıbrıslı Türkler Kıbrıs’ta istedikleri her şeyi elde etmişlerdir. Kissinger’in de söylediği gibi, Türkiye’nin bütün taleplerini karşılanmıştır: İki toplum arasındaki ilişkinin azınlık-çoğunluk ilişkisi değil siyasi eşitlik ilişkisi olması, Kıbrıslı Türklerin ayrı bir bölgede yaşaması ve bu bölgede kendi kendini yönetmesi, Enosisin temelli olarak önünün kesilmesi… Kısacası, Türk tarafının yıllardan beri savunduğu stratejik hedeflerin hepsi de ulaşılabilir bir mesafededir…
Çözüm için hala bir şansın olduğunu düşünüyorum. 2018 yılının başında yapılacak seçimleri Nikos Anastasiadis’in kazanacağı kesindir. Nikos Anastasiadis’in “çözüm performansını” yeterli bulmayabilirsiniz ama şurası bir gerçektir ki, Anastasiadis Kıbrıs’ta federal bir devletin kurulması yolunda adım atabilecek bir liderdir. Kıbrıslı Türkleri azınlık olarak gören biri değildir. Ayrıca, Anastasiadis’i destekleyen DİSİ’nin başındaki Averof Neofidos ve AKEL Genel Sekreteri Andros Kiprianu da Kıbrıslı Türklerin siyasi eşitliği temelinde federal bir devletin kurulmasına sıcak bakıyorlar.
Türk tarafı bu durumu iyi değerlendirmelidir ve seçimlerden sonra BMGS Antonio Guterres’in oluşturduğu çerçeve temelinde çözüme yönelmelidir.
Kaynak: “Nikos Davutoğlu” ve Dış Politika – Niyazi Kızılyürek