Yurttaşlık ve Soydaşlık Gerilimi veya İlhak ve İltihak Talepleri Arasındaki gerilim

Yurttaşlık ve Soydaşlık Gerilimi veya İlhak ve İltihak Talepleri Arasındaki gerilim

Anavatanın ilhak talebi ile Etnik akrabaların iltihak talebi her zaman örtüşmeyebilir. Örneğin Türk-Yunan Savaşında (1922) büyük kayıplara uğrayan Yunanistan, Büyük Ülkü’den (Megali İdea) vaz geçmek zorunda kalmıştı. Bu yüzden, 1923’ten sonra Kıbrıslı Rumların İltihak talebini sahiplenemiyordu. Yunanistan Büyük Britanya’ya bütünüyle bağımlı bir ülke idi ve Kıbrıslı Rumların Enosis talebi yüzünden Büyük Britanya ile gerilim yaşamak istemiyordu.

Gelgelelim, Kıbrıslı Rumlar Yunanistan’ın bütün uyarılarına rağmen, İltihak talebinden vaz geçmiyorlardı. Nitekim 1931 yılında ünlü Ekim-Ayaklanması gerçekleşti ve Kıbrıslı Rumları yöneten elitler, halkı Enosis için sokağa döktüler.

Bu olay karşısında öfkelenen Yunanistan’ın başbakanı Elefteros Venizelos, şu tarihsel açıklamayı yapar: “Kıbrıslı Rumlar, Helenizm ailesine ait olabilirler ama Yunanistan’ın yurttaşı değildirler.

Ve Yunanistan’ın izleyeceği politikaya, sadece onun egemen yurttaşları karar verir…”

Venizelos bu sözlerle Soydaşlık ve Yurttaşlık arasındaki farkı gözler önüne sermiş oldu: Soydaşların siyasal ve hukuksal hakları yoktur. Aslında yok hükmündedirler. Yurttaşlık Haklarından, İnsan Haklarından söz ederiz ama hiç kimsenin “Soydaş Haklarından” bahsettiği duyulmamıştır…

Soydaşsın Sen Soydaş Kal!

Venizelos’un konuşmasından tam 72 yıl sonra başka bir siyasetçinin, bambaşka ve çarpık bir anlayışla Soydaşların hak sahibi olamayacaklarını nasıl ifade ettiğine bakalım. Rauf Denktaş’tan söz ediyorum ve 2003 yılında Annan Planı sürecinde TBMM’de yaptığı konuşmadan…

 Şöyle diyordu Rauf Denktaş: “Kıbrıs’ın kaderini 134 bin Kıbrıslı Türk belirleyemez. Kıbrıs, Türkiye’nin jeo-politik hakkıdır…”

Venizelos ile Denktaş’ın yaklaşımlarına daha yakından bakalım.

Venizelos, Anavatan Milliyetçiliği çerçevesinde Kıbrıslı Rumlara “Helenizm ailesine ait kimseler” olarak bakıyor. Bir anlamda, soydaş olduklarını söylüyor. Fakat vurguyu yurttaşlığa kaydırıyor: “Siz Yunanistan’ın yurttaşı değilsiniz, bu yüzden de Yunanistan’ın politikalarını belirleyemezsiniz” diyor.

Denktaş da Anavatan Milliyetçiliği temelinde hareket ediyor, Kıbrıslı Türklerin Türk ulusunun soydaşları olduğunu söylüyor, ama yaşadıkları yerin, Kıbrıs ülkesinin kaderini belirleme hakları olmadığını vurguluyor. Bir anlamda, “Soydaşsın sen Soydaş Kal!” veya “Soydaşlığını Bil!” diyor ve karar verici aktör olarak, Türk ulusunu gösteriyor…

Maalesef Türk milliyetçileri günümüzde de benzer bir tutum içindedirler…

Tarihsel Bir Hatırlatma

1974-Sonrasına geçmeden, filmi geriye saralım ve Kıbrıs Türk toplumunun tarihsel seyrine çok kısa göz atalım.

Osmanlı döneminin Müslüman toplumu, Kemalist Türkiye’nin kurulmasından sonra, laik bir etno-politik topluma dönüştü. Kemalist Milliyetçilik, Anavatan Milliyetçiliği değildi. Bu yüzden “Dış-Türklerden” söz etmez, Misakı Milli dışına taşma eğilimleri göstermezdi. “Maceraperestlik” olarak tanımladığı Pantürkçü milliyetçilikten farklı olarak, performansını Türkiye sınırları içinde tutmuştu.

Fakat Türkiye 1950’li yıllarda ve özellikle Kıbrıs bağlamında Kemalist Milliyetçilikten uzaklaşarak yayılmacı bir Anavatan Milliyetçiliğine yöneldi. İşte, Kıbrıslı Türkler özellikle bu dönemde sıradan bir “Soydaşlık” kategorisine indirgendiler. Türkiye, kolonyal Büyük Britanya ile el ele vererek, Kıbrıs üstünde hak talep etmeye başladığında, Jeo-politik kaygılarla dile getirilen bu hak iddialarını “Soydaş” Kıbrıslı Türklerin varlığı üzerinden meşru kılmaya yöneldi. Taksim tezi, böyle bir ortamda, kolonyalistlerin bir oyunu olarak ve arakasında bir halk hareketi olmadan siyaset sahnesinde yerini aldı.

Sonuç olarak, Kıbrıs Türk toplumu 1950’li yıllarda Anavatan Milliyetçiliği temelinde harekete geçerek iradesini Türkiye’ye teslim etti.

Kıbrıs Cumhuriyeti’nde kimileri yurttaş oldu, kimileri ise soydaş kaldı

Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla birlikte Kıbrıslı Rumlar ile Kıbrıslı Türkler anayasal haklara kavuşarak yaşadıkları ülkenin yurttaşları oldular. En azından teorik olarak bu böyleydi. Gerçekten de Kıbrıs Rum toplumu kısa bir süre içinde aktif bir yurttaşlar topluluğuna dönüştü ve liderleri Makarios ile birlikte Atina’ya, “siz bizimle ilgili kararlar alamazsınız” dediler.

Bu farklılaşma, yani Soydaşlıktan Yurttaşlığa geçiş, 15 temmuz 1974 darbesinin ana nedenlerinden biri olacaktı…

Fakat Kıbrıs Türk toplumunda durum bu yönde seyretmedi. Özellikle 1964’ten sonra Kıbrıslı Türkler kendilerini ilgilendiren bütün konularda söz söyleme hakkı olmayan Soydaşlar konumuna geri döndüler. Devletsiz bir topluma dönüştüler ve kendilerini ilgilendiren bütün meselelerde son sözü Anavatan söylüyordu. Örneğin, kimin toplum lideri olacağına Özel Harp Dairesi ve asker-sivil bürokratlar karar veriyorlardı.

1974 Sonrası

1974’ten sonra bir süre için bir miktar iyileşme olduysa da, Kıbrıslı Türkler soydaşlıktan yurttaşlığa tam olarak geçemediler. Bir yanılsama içinde yurttaş olduklarını zannederken, siyasi iradelerinin yavaş yavaş törpülenmeye başladığını gördüler. Sonunda öyle bir noktaya vardılar ki, kendilerini ilgilendiren hiçbir konuda karar alamaz oldular. Anavatan Milliyetçiliği artık soydaşları bütünüyle tahakküm altına almıştı.

Paryalaşmayı ve yersiz-yurtsuzluğu ruhunun derinliklerinde hissetmeye başlayan toplum, yeni arayışlar içine girdi ve etrafına bakınmaya başladı.

Soydaşlığa Hayır Yurttaşlığa Evet

Kıbrıslı Türkler yanılsamadan uyanıp etraflarına bakmaya başladıklarında, arkalarında Kıbrıs Cumhuriyet yurttaşlığı, önlerinde ise AB yurttaşlığı olduğunu gördüler.

Daha doğrusu, hatırladılar…

Kuşkusuz, Kıbrıs Cumhuriyeti yurttaşlığı verili koşullarda “Evrak Yurttaşlığı” olmanın ötesine gidemiyor. AB yurttaşlığı ise son derece pasif bir biçimde kullanılıyor.

En aktif işleyen süreç soydaşlık sürecidir ki, onun işleme hızı, Kıbrıs Türk toplumunun özne olarak erime hızına eşittir. Açıkçası, soydaşlık üstünden kat edilecek yolun sonunda hiçleşme var. Kıbrıs Cumhuriyeti yurttaşlığını mutlaka daha aktif biçimde kullanmanın yolları aranmalıdır. Fakat bunun zorlukları olduğu ortadadır.

Verili koşullarda Kıbrıslı Türklerin en aktif biçimde kullanabilecekleri yurttaşlık, AB yurttaşlığıdır. Bunun için, AB’nin bütün kurumları ile doğrudan ve sistematik temasların kurulması şarttır.

En önemlisi, Avrupa Parlamentosu seçimlerine kitleler halinde katılmaktır ki, Kıbrıslı Türkleri siyasal özne olarak görünür kılacak olan da budur…

Kısacası, gümbür gümbür işleyen ve iş gördüğü oranda toplumu görünmezliğe mahkum eden soydaşlık konumsuzluğuna karşı, elimizde bazı yurttaşlık-kırıntıları var. Maalesef, Kıbrıslı Türklerin bütüncül bir yurttaşlık konumu yoktur. Bu açıdan, yurtsuz ve devletsiz bir toplum görüntüsü çiziyorlar.

Bu gidişata dur diyebilmek için, Kıbrıslı Türkler, Hannah Arendt’in sözünü ettiği “Haklara Sahip Olma Hakkını” talep edip hayata geçirmelidirler.

Bu hak, bütün hakların anasıdır ve bütün hakları bu hakkın üzerine bina edilirler.

Haklara sahip olma hakkı, siyasal bir topluma ait olma ve kabul görüp onanma hakkıdır.

Bir yeri yurt yapan da budur.

Ve sorulması gereken soru şudur: Kıbrıslı Türkler, hangi siyasal topluluğa katılırlarsa hak sahibi olan yurttaşlar olup yurt sahibi olurlar, dünya tarafından tanınıp kabul görürler?

Yanıtı aranan soru budur. Daha doğrusu, bu olmalıdır.

Kıbrıslı Türklerin geleceğini tayin edecek olan bu varoluşsal soruya verilecek yanıt olacaktır.

Soydaş kalmak mı Yurttaş olmak mı, soru budur?

Kaynak: Yurttaşlık ve Soydaşlık Gerilimi veya İlhak ve İltihak Talepleri Arasındaki gerilim – Niyazi Kızılyürek

LEAVE A COMMENT

Your email address will not be published. Required fields are marked *