Ötekilerin Unutulan Hakikatleri
Geçtiğimiz hafta iki ilginç kitap tanıtımına katıldım. Biri şiir, diğeri de öykü kitabı. Şiirlerini derleyip yayınlayan Meletis Apostolidis’i Kıbrıslı Türkler yakından tanır.
Lapta’da arsasına villa konduran Orams ailesine dava açan ve davayı kazanan Kıbrıslı Rum… Öykü kitabını kaleme alan ise Astra radyosunun yöneticisi gazeteci Yorgos Pavlidis’dir.
Her iki yazar da kuzey göçmenidir. Biri Laptalı, diğeri de Larnaka-Lapithos köyünden. İki kitap da oto-biyografik diyebileceğimiz türden çalışmalardır. İkisinde de savaş, göç, ölüm, kayıp kişiler vb. gibi konular işlenmiş. Kıbrıs Rum toplumunda bu konuları ele alan kitapların sayısı oldukça fazladır. Fakat Apostolidis ve Pavlidis’in yaklaşımları diğerlerinden önemli farklılıklar gösteriyor. Her şeyden önce, bu yazarlar kendi mağduriyetlerini anlatırken Kıbrıslı Türklerin de mağdur olduklarını unutmamışlar.
İkisinin kitabında da yakın Kıbrıs tarihinde acı çeken Kıbrıslı Türklere bol bol yer verilmiş. Örneğin Apostolidis 1964 yılında evini terk etmek zorunda kalan köylüsü Ayşe’nin hikâyesini anlatırken “İlahi Adalet” ya da “Etme Bulma Dünyası” deyişini çağrıştırırcasına, 1974’te Kıbrıslı Rumların başına gelenleri biraz da buna bağlıyor.
Bir şiirinde Ayşe’nin köyden ayrılmak zorunda kaldığını anlatarak şöyle diyor: “Üç-beş hırsızın bizi rezil etmesine müsaade ettik/Bunun bedelini hepimiz ödeyeceğiz/Öyle diyorlardı köy kahvesinde/Tekerlek döner sıra bize gelir/Başkalarının başına gelenler bizim başımıza da gelir.”
Meletis Apostolidis, Orams Ailesi aleyhine açtığı davayı da şiirleştirdi. 2003’te köyünü görmeye giden Apostolidis, Orams’lar ile arasında geçen tartışmayı ve daha sonra yaşananları mısralara şöyle döküyor: “Bu ev benimdir dedin gözlerime bakmadan/Bu topraklar atadan ataya benimdir dedim gözlerinin içine bakarak/Sana şaka gibi geldi/Güldün/O zamanlardan bu zamana çok zaman geçti dedin/Buradayım dedim ve annem bekliyor (yaşıyordu o zaman)/Bana yüz vermedin/Çiçekleri sulamaya devam ettin/Sonra risk aldığını fark ettin/Adaletin çarkları çoktan dönmeye başlamıştı…”
Meletis Apostolidis, elinde taşla kendisini tehdit eden densiz bir Kıbrıslı Türk emlakçı ile yaşadığı korkunç olayı da konu ediyor: “Bay Emlakçı/Bizi yanlış anladın/Biz kiliselerde kahve içmeyiz/Anılarımızı paramparça ederek topladığın bu keresteler, mermerler, keremitler/Ve elinde tutup beni tehdit ettiğin şu taş/Sana dönecek bir gün/Sana ve ecnebi hırsızlık-mirasçılarına, Bay Emlakçı.”
Yorgos Pavlidis’in “Umudun ve Çaresizliğin Kitabı” başlıklı öykü derlemesi de insanın yüreğini parçalayan gerçek hikâyelerle doludur.
Kitapta yer alan mağdur “kahramanlar” hem Kıbrıslı Türk, hem Kıbrıslı Rum’dur. “Şehir çiçeklerle dolduğunda, gülücükler açıldığında umut doğar. Her şeyin bir yanılsama olduğu ortaya çıktığında, çaresizlik başlar” diyen Pavlidis’in kitabı Kıbrıslı Türk bir ebenin, Raziye’nin, bir Kıbrıslı Rum’u dünyaya getirmesiyle başlar.
Kuşkusuz, bunlar etnik çatışma öncesi zamanlardır. Köylülerin geleneksel beraberlik dönemi etnik şiddetin baş göstermesiyle sona erer.
Raziye’nin damadı 1964 yılında öldürülür. Oğlu ise 1974 yılında esir düşer. Aziz, EOKA B tarafından feci bir işkenceye tabi tutulur. Mutlu bir yaşam süren Maria ile Petris 1974’te her şeylerini kaybederler. Mülteci evlerinde yaşamaya başlarlar. Tabii, buna yaşamak denirse… Savaşta kaybolan ve bir daha geri gelmeyen iki oğul evin ocağını temelli söndürmüştür…
Yorgos Pavlidis her şeye rağmen 2002-2004 yılları arasında yeniden umuda sarıldığını söyler. Kıbrıslı Türklerin büyük barış kalkışmasıydı umudu yaratan. Ne var ki, “şehirde çiçeklerle gülücüklerin açıldığı” bu dönem yerini yeniden umutsuzluğa ve çaresizliğe bırakacaktı.
Kıbrıslı Rumların Kıbrıslı Türklere karşı ilgisizliği ve kayıtsızlığı yazarı derin hüzünlere gark edecekti. Pavlidis kitabına Zeki Beşiktepeli’nin Astro radyosunda söylediği çarpıcı bir cümleyi de koymuş: “kâğıdın üstüne bir çizgi çizdiler… Hayvanlar geçer, sular geçer, kuşlar geçer, rüzgâr geçer, insanlar geçemez! İki varil koydular, bir parça da tel ve bizi ikiye böldüler…”
Meletis ile Yorgos’un anlatıları hüzünlüdür, ağırdır… Fakat etnik sınırları aşan, ülkenin bütün insanlarını kucaklaya bu türden kitaplar, aynı zamanda, umudun kitabıdır da… Bu anlatılar bize bir yandan geçmişin “yabancı bir ülke” olduğunu gösteriyor -şimdiki zamanı kuşatan bu “yabancı geçmiş”, kuşkusuz, yaşayan kuşakları da yabancılaştırıyor- diğer yandan da bizi gelecek adına umutlandırıyor. Çünkü bu çalışmalarda geçmişin hafızalardaki rengi sadece “mavi-beyaz” değil…