Yaşama Hakkına Dair
Korona günlerinde yabancı düşmanlığı ve ırkçılık gibi eğilimlerin güçlendiği bilinen bir gerçektir. Fakat üzerinde fazla konuşulmayan başka bir ayırımcılık daha kendini her yerde hissettirmektedir: yaş ayırımcılığı; İngilizce deyişiyle “ageism…”
Özellikle yaşlı kişileri hedef alan bu negatif ayırımcılık, son günlerde maalesef revaçtadır.
Korona salgınına karşı alınan sıkı önlemlerin gevşetilmesine geçildiği bir dönemde, özellikle Batı basınında yaşlıların korona virüsünden korunmaları için ekonominin feda edilemeyeceğine dair ince göndermelere rastlıyoruz. “Ben yaşlı biri olarak, gelecek nesillerin refahı için ölmeye hazırım” diyen açık sözlülerin yanı sıra, meseleyi etik ve felsefeyle soslayanlar da vardır.
Bunlardan biri de, Almanya parlamento başkanı, maliye eski bakanı Wolfgang Schäuble’dir.
Sıkı para politikalarının mimarlarından olan ve dünya kamuoyunun Yunanistan’ın büyük borç krizi esnasında yakından tanıdığı bu deneyimli politikacı, son günlerde yaptığı açıklamalarla bütün dikkatleri üzerine çekti.
Schäuble, yaşam hakkının ne mutlak bir hak, ne de en yüce değer olduğunu söyleyerek, Almanya anayasasında mutlak insan hakkının “insan onuru“ olduğunu hatırlatma ihtiyacı hissetti. Yaşam hakkı gibi, başka temel haklar da vardır diyor ve yaşam hakkını korumak için o hakları feda edemeyiz demeye getiriyor.
Gerçekten de Federal Almanya anayasası tek mutlak hak olarak “insan onurunu” kayıt altına almıştır ve bütün hakların “anası” saymıştır. Diğer haklar mutlak hak olarak kabul edilmiyor. Schäuble, devamla, yaşam hakkının, başka haklarla bir gerilim ilişkisi içinde olduğunu ve belli koşullarda yasayla sınırlandırılabileceğini söylüyor. Tam olarak böyle ifade etmese de, insan yaşamını koruyacağım diye, ekonomik, çalışma, dinsel, toplanma vs. gibi haklara halel gelirse, bunu konuşabilmeliyiz diyor. İnsan onuru sulandırma kaldırmayan tek haktır ama bu bir gün öleceğimiz gerçeğini ortadan kaldırmaz diyor ve bütün açık yürekliliğiyle kendisinin yaş itibarıyla ölüme gençlerden daha yakın olduğunu söylüyor.
Hepimizin öleceği mutlak gerçeğini bilmeyen var mı, bilmiyorum. Schäuble’nin bunu bize, korona salgının her gün binlerce can aldığı, ağırlıkla da belli bir yaşın üstünde olan insanları hızlıca ölüme götürdüğü bir ortamda hatırlatması, doğrusu manidardır.
Kendini Schäuble kadar incelikli ifade edemeyenler de topa dalarak, ekonominin batmaması vs. için bazı yaşlıların ölüme terk edilebileceğini söylüyorlar. Açıkçası, toplumsal yarar bunu gerektiriyorsa, “yaşlıların ölüm riski karşısında bu kadar titizlenmemeliyiz” diyorlar ve kimin ölüp kimin sağ kalması gerektiğini dair fikirler ileri sürüyorlar.
Bu kabul edilebilir bir yaklaşım değildir. Hiçbir insanın yaşam hakkı “toplumsal yarar” adına ortadan kaldırılamaz. Bize bunu en iyi, Schäuble’nin gönderme yaptığı Federal Almanya Anayasa Mahkemesi söyler. 2006 yılında Almanya Federal Meclisi, teröristlerin eline geçen bir uçağı yolcularıyla birlikte düşürmeye cevaz veren bir yasa tasarısı hazırladı. Fakat Anayasa Mahkemesi tasarıya itiraz etti ve yasalaşmasını engelledi. Gerekçesi de, toplumsal yarar adına hiçbir insanın canına kıyılamayacağı yönündeydi.
Evet, yaşam hakkı belki insan onuru kadar mutlak bir hak değildir ama yaşam hakkını ortadan kaldırmak eskiden en büyük günah, günümüzde de en büyük suçtur. Ayrıca, öğretisi ile modern devletin temellerini atan Thomas Hobbes, insanın en büyük korkusunun başkası tarafından öldürülmek olduğunu ve bu yüzden tek mutlak hakkın insanın kendi yaşamını koruma hakkı olduğunu söylüyordu. Buradan hareketle, insanların yaşamlarının korunması hatırına egemenliğini devlete devretmeyi kabul edeceklerini, eğer devlet bu görevi yerine getirmezse, herkesin herkesle savaşacağı bir kaos ortamına geri dönüleceğinden bahsediyordu.
Korona salgını yüzünden elbette yaşam hakkı gibi başka haklar da zarar görüyordur. Ve tabi ki özgürlükleri kolay kolay feda etmemek gerekiyor. Demokrasilerde hak sınırlamaları yaşamsal öneme sahiptir ve bu yüzden yurttaşları doğru bilgilendirerek rızasını aramak en doğru yoldur.
Ve yaşlılar da yurttaşlar topluluğunun bir parçasıdır ve yaşam hakkından vaz geçip vaz geçmeyecekleri onların ve sadece onların ayrı ayrı ve özgür iradeleriyle belirleyecekleri bir konudur.
Bu konuda felsefi ahkam kesmek, kimseye düşmez!