Nesneleştiren Değişimler ve Sinizm
Kadim Yunan’ın diyalektik düşünürü Heraklitos “Ta Panta Ri” (Her Şey Akar) diyordu. “Aynı suda iki defa yıkanamazsınız”, çünkü her an her şey değişiyor, hiç bir şey aynı kalmıyor. Bu olguyu anlatmak için sık sık “değişmeyen tek şey değişimdir” gibi ifadeler kullanmak hoşumuza gidiyor. Eğer sözünü ettiğimiz değişim doğal süreçler küresine ait ise, bunu insan olarak zaten her gün deneyimliyoruz. İnsanlar aynaya her baktıklarında kendilerindeki değişikliklerle karşı karşıya gelirler. Ve gün gelir, doğadaki diğer canlılar gibi göçüp giderler.
Değişim devam ediyor… Fakat toplumların değişiminden söz ettiğimizde durum esaslı biçimde farklılık arz ediyor. Doğa yasaları toplumların evrimi açısından hiç bir şey ifade etmiyor. Toplumlar ve bireyler açısından değişim irade, istenç, eylem gibi öznelik-kapasitesini ifade eden erdemlerle gerçekleşir. Çünkü değişim için “akan suya” müdahale etmek gerekiyor, müdahale için irade, irade için de istenç… Yani, özne olmak gerekiyor. Fakat bir de öyle değişimler vardır ki, insanı ve toplumları özne değil, nesne kılar. Örneğin her şey değişiyorsa ve siz bu değişimin taşıyıcısı değilseniz, o zaman değişimin nesnesi olursunuz. Siz bir şey yapmıyorsunuz, size bir şeyler yapılıyor demektir. Çünkü bu bağlamda değişim iradenizden değil, iradesizliğinizden kaynaklanıyor.
Her yerde olduğu gibi, Kuzey Kıbrıs’ta da “her şey akar”, her şey değişiyor… Fakat yaşadığımız değişikliklerin ne kadarı Kıbrıs Türk toplumunun iradi çabasının ürünüdür? Değişim dediğimiz ve hayatın bütün alanlarında her gün yaşadığımız süreçleri kimler yönetiyor? Değişimler, özne olarak bizim yaptıklarımızla mı gerçekleşiyor yoksa nesne olarak bize yapılanlarla mı? Bu soruların yanıtını vermek için uzun uzun düşünmeye gerek yok. Kıbrıslı Türkler nesneleştiren değişimlerin odağında yer aldıklarını yaşayarak tecrübe ediyorlar. Önemli olan, bu duruma nasıl gelindiğini anlamaktır. Daha da önemlisi, buradan nasıl çıkılacağıdır.
Marks’ın dediği gibi, dünyayı yorumlamak yetmez, dünyayı değiştirmek gerekiyor. Bazıları anlamayı ve yorumlamayı tamamen bir kenara bırakıp sırf iradi bir yaklaşımla dünyayı değiştireceğini zannedip voluntarizmin batağına saplanıyor, sonra da bezgin bir halde sinikler ordusuna katılıyor. Bazıları da ne yorumlamak, ne de değiştirmek istiyor. Bir diğer kategoride ise yorumlamakla yetinip değişimi bütünüyle unutmuşa benzeyenler yer alıyor. Farklı kutuplarda yer alırmış gibi görünen bu kesimler arasında aslında büyük benzerlikler var. Bu benzerliği en iyi Bertol Brecht’in mısraları anlatıyor: “Birbirlerine çok yakışır, hiç bir zaman sorgulamayan düşüncesizler ile düşünüp hiç bir zaman eyleme geçmeyenler.” Böylesi bir toplumsal ve siyasal iklim sinizm için en ideal koşulları sunar ve bu koşullarda çeşit çeşit sinizm türleri ürer. Değişimin öznesi değil, nesnesi olanlarda iki türlü sinizm ön plana çıkar. Bir yanda, üsttün güçlere biat eden, biat ettiği için aciz duruma düşen ve aciz duruma düştüğünü saklamak istediği için “nasıl olsa hiç bir şey değişmez” diyenler, öte yanda da hiç bir değişim/eylem stratejisi geliştirmeden, iktidar merkezlerine “Arif Hoca’nın dediğinden” diyerek kendi kendini rahatlatanlar…
Evet, “her şey akar” ama Kıbrıslı Türkler bakar… (“Acaba su bizim evin önünden de geçecek mi?”) Evet, her şey değişiyor ama Kıbrıslı Türkler nesneleşiyor…
Kaynak: Nesneleştiren Değişimler ve Sinizm – Niyazi Kızılyürek