Mutluluk
Genellikle ekonomik durum ile mutluluk arasında doğrudan bir ilişki kurulur. Ekonomik refah mutluluğun kaynağı olarak görülür. Her ne kadar “parayla saadet olmaz” türünden bilgece deyişlerimiz olsa da, “param olsun, ben ne yapacağımı bilirim” gibi ironik kurnazlıklar eski bilgeliğe artık pek prim vermiyor. Sadece bireyler değil, devletler de mutluluğu parada arıyorlar. Bir ülkenin Milli Gelirinin artışı ile mutluluğun artışı arasında paralellik kuruluyor. Oysa sosyal bilimcilerin çalışmaları Milli Gelir artışının otomatik olarak “mutluluk artışı” anlamın gelmediğini gösteriyor. Kişi başına gelirin 20-30 bin dolar arasında değişen ülkelerde yaşayan insanlarla 10 bin doların altında bir gelirle yaşamak zorunda kalan insanlar arasında “mutluluk farkının” çok küçük olduğu söyleniyor. Bundan uzun yıllar önce, 1968 yılında, Robert Kennedy seçim kampanyası esnasında Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH) rakamlarındaki artışın yaşam kalitesine dair hiç bir şey ifade etmediğini dile getirerek, GSMH hesaplarında “yaşamı yaşanır kılan” pek çok unsurun dikkate alınmadığını söylemişti. Kennedy, çocuklarımızın sağlık durumunu, eğitim ve oyunlarımızın kalitesini, şiirlerimizin güzelliğini, evliliğimizin sağlamlılığını, siyasi tartışmaların kalite bakımından evrimini, siyasi temsilcilerimizin kişilik yapılarını, cesaretimizi, bilgeliğimizi, kültürümüzü, yurdumuza olan bağlılığımızı, bütün bunlara -ki yaşamı yaşanır kılan bunlardır- GSMH hesaplarında yer vermediğimizden yakınıyordu. Aradan uzun yıllar geçmiş olmasına karşın yaşam kalitesini yukarıda saydığımız özelliklerde arayan siyasetçilerin olmayışı bir yana, her gün ekonomik rakamları tekrar etmekten hoşlanan ve GSMH’deki büyümeyle övünen siyasetçi modası her zamankinden daha baskın hale geldi. Sadece siyasetçiler değil, bireylerin çoğu da mutluluğu gelir artışı ve tüketimde arıyor. Oysa bazı gözlemciler, insanın mutluluğu için kaçınılmaz olan bazı “ürünlerin” dükkanlarda bulunamayacağını ve parayla satın alınmayacağını belirtiyorlar. Dünyanın en tanınmış sosyolog ve düşünürlerinden Zygmunt Bauman istediğimiz kadar paramız olsa da alış-veriş merkezlerinde “sevgi ve dostluk” alamayacağımızdan söz ediyor. Bauman, “esaslı yaptığımız bir işin yarattığı öz-beğeniyi, zor durumda olan bir komşumuza yardım etmenin keyfini, sevdiklerimize özenmekten alacağımız tatmini, düşüp kalktığımız insanları takdir etmenin, onlara sempati ve saygı duymanın mutluluğunu alış-veriş merkezlerinde bulamayız” diyor. Bauman, alış-veriş merkezlerinde “bulunmayan ürünleri” sıralarken, oralarda aşağılanmaktan, reddedilmekten, küçümsenmekten ve hor görülmekten muaf olamayacağımızı da belirtiyor. Gelirimizi artırmak için harcadığımız enerji ve zaman bizi sadece parayla alabileceğimiz şeylere mahkum ettiği için, tüketimden sağladığımız mutluluğun parayla sahip olamayacağımız şeyleri -yukarıda belirtilenler gibi- elde edemeyeceğimiz için gölgelenir. Çünkü elde ettiğimiz her değer, başka değerleri gözden çıkarmakla elde edilir. Bu yüzden önceliğimizin neler olacağı son derece önemlidir. Mutluluğun hazır reçetesi elbette yoktur. Nazım Hikmet’in dediği gibi “mutluluğun resmini çizmek” kolay değildir. Ne de mutluluk bir defa elde edildi mi sürekli bizimle kalır. En kalıcı olan belki de mutluluk arayışıdır. Yaklaştığımız zaman uzaklaşan bir ufuk gibi… Fakat bu durum bizi mutluluğu yanılsamalarda aramaya ve tüketim fetişizmine kapılmaya sürüklememelidir. Tam tersine, yakaladıkça bizden kaçan mutluluğun bize sunduğu en büyük erdem kendimizi durmaksızın yeniden yaratmamız olabilir. Kostantinos Kavafis’in dediği gibi, eğer hayatımızı istediğimiz gibi yaşayamıyorsak, onu rezil etmeyelim bari. Gündelik hayatın saçma sapan ilişkilerinde, yaşamımızı kendimize yorucu bir yabancı kılmayalım…
Kaynak: Mutluluk – Niyazi Kızılyürek