Her Zaman ve Her Yerde B Planı!
Son zamanlarda doğalgaz krizi nedeniyle Kıbrıs’ta “yeni” Türk politikasından söz ediliyor ve Türk tarafının farklı bir tutum içine girdiği ileri sürülüyor. Gerçekten de son dönemde yapılan açıklamalar, özellikle Kudret Özersay ile Özdil Nami’nin söyledikleri, çok sık duyduğumuz şeyler değildir. Kıbrıslı Türklerle Kıbrıslı Rumların birlikte oluşturacağı bir komitenin hidrokarbon yataklarına dair kararlar alması, bunun neredeyse müzakerelerin ön şartı olması ve çözüm parametrelerinin konfederasyondan yana değiştirme anlamına gelen söylemler, bazı çevreler tarafından “yeni görüşler” olarak sunuluyor.
Ne var ki bunların hiçbiri yeni değil. 2010-2015 arasında, yani Eroğlu’nun toplum liderliği koltuğunda oturduğu dönemde, Ankara’nın gündemine aldığı konulardı ve B Planının temelini oluşturuyordu. Öyle anlaşılıyor ki, Mustafa Akıncı’nın 2015 yılında seçimi kazanmasıyla, bu yöndeki görüşler bir süreliğine askıya alındı ama Crans Montana Konferansı sonuç almadan dağılınca, yeniden çözüm parametrelerinin değiştirilmesinden ve B planından söz edilmeye başlandı. Nitekim Crans Montana sonrasında sık sık federal çözüme veda niteliğinde konuşmalar dinledik.
Bazıları öyle bir hava yaratıyor ki, sanki Kıbrıs Rum tarafının Crans Montana’daki tutumu yüzünden Türk tarafı tavır değiştirmek zorunda kalmıştır. Örneğin, eskiden beri B Plancı olan ve parametreleri değiştirmeyi arzulayan Kudret Özersay 4 Mart 2018 tarihli Politis gazetesinde şöyle diyordu: “benim Cumhurbaşkanı ile gerçekleştirdiğim görüşmeden elde ettiğim izlenim, İsviçre’de yapılan son müzakerelerde, Kıbrıs Rum tarafının mesajının, özellikle de dönüşümlü başkanlık konusunda yönetimi paylaşmaya hazır olmadıkları yönündedir.”
Oysa, durum hiç de öyle değildir. Türk tarafı, Crans Montana’dan çok önce çözüm parametrelerini değiştirme gayreti içine girmiştir.
Biraz geri gidip, hafızamızı tazeleyelim.
Kudret Özersay, 5 Şubat 2012 tarihinde Kathimerini gazetesine verdiği mülakatta, Türk tarafı için 1 Temmuz 2012 tarihinin bir dönüm noktası olduğunu söylüyordu ve “o tarihe kadar çözüm olmazsa Türk tarafı Kıbrıs Sorununun federal devlet temelinde çözülmesi fikrini terk edecek ve ‘kutunun dışına’ (federal çözüm dışına) çıkarak başka çözümler arayacak” diyordu. “Yaratıcı çözümler bulmalıyız” diyen Özersay, yeni görüşme sürecinde nelerin müzakere edileceğini ise şöyle sıralıyordu: “bölgesel ticaretin güvence altına alınması, doğal gaz sorununun çözülmesi ve Kıbrıs Sorununda “kutunun dışına çıkıp” çözüm aranması!
Kudert Özersay, paradigma değişikliğini şu gerekçelere dayandırıyordu: Ekonomik, toplumsal, siyasi sorunlar içinde yüzen Kıbrıslı Türklerin daha fazla beklemeye tahammülü yok! 44 yıl boyunca her yöntem denendi ama çözüm olmadı, demek ki federal devlet fikri temelinde çözüm olamıyor!
Özersay, Türk tarafının 1 Temmuz 2012 tarihinden sonra dışa dönük olarak yapacağı manevraya içeriden başlayacağını da söylüyordu: “uygun fırsatı bulduğumuzda Kıbrıs Türk tarafı olarak siyasal, anayasal, ekonomik ve toplumsal yapımızı yeniden-düzenlemeliyiz ve Türkiye ile olan ilişkilerimizi gözden geçirmeye yönelmeliyiz”.
Bu sözlerle aslında “B planı” da açıklanmış oluyordu. Belli ki, içeride yapılan değişikliklerden sonra Kıbrıslı Türkler dünya ile bütünleşmeyi deneyecek! Fakat ayrı devlet olarak tanınmak için değil. Kudret Özersay bunun altını ısrarla çiziyordu: sadece “ikili ilişkiler kurmak” için… Yani, bir yandan Kıbrıslı Rumlara “sizinle artık federasyon konuşmayız” denecek, diğer yandan da doğal gaz konusunda işbirliği yapılacak!
Özersay, altı yıl sonra, 4 Mart 2018 tarihinde, Politis gazetesine verdiği mülakatta neredeyse kelime kelimesine aynı şeyleri söylüyor. Doğal gaz yataklarını birlikte işletecek bir komiteden söz ediyor ve Kıbrıslı Türklerin evini tertipleyip “uluslararası toplumun bir parçası olmasından” söz ediyor.
Özdil Nami de o tarihlerde benzer şeyler söylüyordu. 2013 yılının Ekim ayında Ahmet Davutoğlu ile Ankara’da bir araya gelen Nami, “Kıbrıs Türk halkının artık dünyayla bütünleşmesi gerektiğini” vurgulayarak iki ay içinde “çözüme” gidilmesinden, çözüm olmuyorsa da Kıbrıslı Türklerin dünya ile bütünleşmesi gerektiğinden söz ediyordu: “Mart 2014 diye bir hedef koyduk. Bundan önce kapsamlı çözümle ilgili bir referandumu adamızda gerçekleştirmek ve bu kapsamlı çözümü mutlaka gerçeğe dönüştürmek istiyoruz”. Nami, “bu iş artık 50 yılı aşmamalıdır. Eğer bu olamıyorsa da dünya durup ‘Kıbrıs’ta artık ne yapmalı?’ sorusuna farklı bir cevap üretmelidir” diyordu.
Açıkça görülüyor ki, Türk tarafı federal çözüm konusunda yapay bir “ivedilik” yaratıp, sonra da “olmuyor” deyip federal devlet modeli dışında formüller ileri sürmeyi taktik haline getirmiştir. Kanımca, bu B Planının temelini oluşturmaktadır. Nitekim kulis bilgileri sağlam olan Sami Kohen 11 Ekim 2013 tarihli Milliyet gazetesinde şöyle diyordu: “bize öyle geliyor ki, Türk tarafında yeni müzakere sürecinin artık bir “son” olacağı kanısı giderek güçleniyor. Bu kez de anlaşma olmazsa, bu çözümsüzlüğe son vermenin en iyi yolunun KKTC’nin bağımsızlığını resmileştirmek olduğunu düşünenler çok. KKTC Dışişleri Bakanı Özdil Nami de Ankara’daki konuşmasında, KKTC’nin bu takdirde “dünyaya entegre” edilmesi gerektiğinden söz etti. Hükümetin böyle bir B planı olduğundan şüphe yok.” Aynı tarihlerde, yani 2013 yılında, Türkiye dışişleri bakanı Ahmet Davutoğlu da Kıbrıs Sorununun çözümüne dair üç ayrı senaryodan söz ediyordu: “BM misyonu hızlandırılmalı ve taraflar bir an önce kapsamlı çözüm için bir araya gelmeli. Takvim çerçevesinde bu görüşmeler neticelendirilmeli. Bu doğal kaynaklar da yeni birleşik Kıbrıs’ın olmalı. Türklerin de ortak olduğu yeni devlet bunu kullanmalı. Eğer bu olamıyorsa kısa zamanda (…) müzakereler sürerken iki taraf ortak bir komite oluşturmalı ve bu kaynakların pazarlanmasını, çıkarılmasını birlikte yönetmeli. Oluşturulacak kaynak da bir hesapta bloke edilmeli, barış sonrası ve barış süreci için kullanılmalı. Yok bunlar olmuyor da Rum Yönetimi tüm bu kaynaklar onların tarafında olduğu için ‘Biz sahibiz diyorsa’, zımnen ‘Kuzeye de Kuzey’dekiler sahiptir’ demiş olur ve böyle bir iddia ile davranıyorlar ise iki devletli çözümü de müzakere etmeye hazırız. Öyleyse, gelin oturun iki devleti konuşalım. Sonra bu iki devlet AB’de buluşurlar.”
Görüleceği gibi, bugün ileri sürülen görüşlerin hiçbiri yeni değil. B Planın temelini oluşturan bu görüşler, Kıbrıs Rum tarafının çözüm istemediğini “kanıtlayıp”, doğal gazın ve/veya Kıbrıs’ın Münhasır Ekonomik Bölgesinin paylaşacağı bir tür iki-devletli çözümü hedefliyor. Türk tarafının Crans Montana’dan sonra çözümde ısrar etmek yerine alelacele Kıbrıslı Rumların çözüm istemediğini söyleyip durması bundandır.
Ve eminim, önümüzdeki süreçte bu oyunun tekrarını göreceğiz. Türk tarafı, 2018’in filan ayına kadar çözüm olmazsa, herkesin kendi yoluna gideceğini söyleyecek. Tabii, yer altı zenginliklerini paylaşmak kaydıyla…
Peki, bunda başarılı olabilir mi?
Belli olmaz… Ama bana öyle geliyor ki, statüko bütün belirsizlikleriyle uzun yıllar daha devam edecek…