Kıbrıslı Türkler Ne Yapmalı?
“Kıbrıs tarihinin gelişiminde Kıbrıslı Türklerin rolleri dolaylı veya göreceli olmuştur. Kıbrıslı Türkler olayların gelişiminde belirleyici rol oynayamadılar ama olayların belirlenmesinde bahane ve/veya vesile oldular. Başka türlü söylersek, doğrudan belirleyici bir güç olmadılar ama içine girdikleri çeşitli ittifaklarla olayları belirleyenlerin yardımcı unsuru oldular.
Tarihin bütün aşamalarında olduğu gibi bugün de Kıbrıslı Türklerin etkisi kuracakları ittifaklara göre şekillenecektir.
İşte tam da bu noktada Kıbrıslı Rumlara büyük görevler düşüyor.
Kıbrıslı Rumların Kıbrıslı Türklerle ittifak kurmaları son derece önemlidir. Kalıcı bir çözüm ancak içeride ittifak kurmakla mümkündür. Kıbrıs’ta kalıcı barış için iki toplumun birlikte harekete geçmesi gerekiyor.
Ve bu ancak Kıbrıslı Rumların tarihsel vizyonlarına Kıbrıslı Türkleri de katmalarıyla mümkün olabilir. Kıbrıslı Rumlar Kıbrıslı Türklere karşı ne kadar tutuk ve mesafeli olursa, Kıbrıslı Türklerin çözüme katkıları da o kadar sınırlı olacaktır.”
Yukarıdaki cümleleri tam otuz bir yıl önce, 1988 yılının Nisan ayında, Mağusa Kapısının konferans salonunda katıldığım bir panelde söyledim. Kıbrıslı Rumlara ilk defa hitap ediyordum ve Kıbrıslı Rumlara bazı mesajlar vermek istiyordum. Kıbrıs Türk toplumunun Kıbrıs Rum toplumu ile bir etki-tepki ilişkisi içinde olduğunu ve dolayısıyla toplumun yöneliş ve tepkilerini belirleyen sadece kendi tercih ve eylemleri değil, büyük oranda Kıbrıslı Rumların tavırları olduğunu özellikle söylemek istiyordum.
Bugün de aynı kanıda olduğumu belirtmeliyim.
Gerçekten de yakın Kıbrıs tarihinde Kıbrıslı Türklerin yönelişlerini büyük oranda Kıbrıs Rum toplumuna karşı gösterdikleri tepkiler belirledi.
Paradoks bir biçimde, Kıbrıslı Türkler bu tepkisel süreçlerde bir yandan Kıbrıslı Rumlar karşısında bir dereceye kadar ayrı ve etkili bir özne olurken, diğer yandan da kendi içinde özneleşme kapasitesinde büyük kayıplara uğradılar. Karşı-özne olabildiler ama kendinde-özne olamadılar.
Kıbrıslı Türkler ancak Kıbrıs Cumhuriyeti kurulduğu zaman gerçek anlamda özne konumuna yükseldiler ve özerkliklerini anayasal güvence altına aldılar. Ne var ki bu durum kısa sürdü. 1963 sonunda başlayan etnik çatışmalarla birlikte Kıbrıslı Rumlar devleti kendi tekeline alınca, Kıbrıslı Türkler sadece kağıt üstünde anayasal özne olarak kaldılar ve fiiliyatta Türk ulusunun organik bir parçası sayılan soydaşlar topluluğuna indirgendiler.
1974 sonrasında başlayan tarihsel süreçte Kıbrıs Cumhuriyeti devleti Kıbrıslı Rumların devleti olarak kaldı. Öte yandan da Türkiye ile ayrılıkçı Kıbrıs Türk liderliği Kıbrıslı Türklerin devlete yönelmesini istemediler ve ulusun “organik bir parçası” olarak kalmasında ısrar ettiler. Kıbrıs’ın kuzeyinde zor ve şiddet yoluyla ele geçirilen topraklarda kurulan yapı Kıbrıslı Türklerin özne olma sorunun çözemediği gibi, hukuk dışına düşen Kıbrıslı Türkler iyice “görünmeyen toplum” haline geldi.
Kıbrıslı Türkler bugün her zamankinden daha büyük oranda kurallarını kendilerinin koymadığı bir dünyada yaşıyorlar. Uluslararası hukukun, ticaretin ve politikanın dışında kalarak Türkiye’ye tam bağımlı bir olağanüstü hal toplumuna dönüştüler. Giderek daha büyük oranda “hesap-dışı” kalan, kendilerini doğrudan ilgilendiren süreçlerin bile “dışarısında” bırakılan bir topluluk oldular. Tarihin akışı içinde Kıbrıs ülkesinde devlet olgusunun dışına düşen ve süreç içinde yurt kaybına uğrayan Kıbrıslı Türkler, bugün tam bir iktidarsızlık yaşıyorlar ve aciz bir görünüm çiziyorlar. Bu trajik durum karşısında çıkış yolları bulmakta zorlanıyorlar, aslında trajiğin farkına varmayı reddediyorlar ve giderek daha büyük oranda sinizme kapılıyorlar.
İki türlü sinizmin gün geçtikçe güçlendiğini ve toplumun benliğini kuşattığını görüyoruz:
A) “Yapamayız/Yaptırmazlar Be Çocuklar” Sinizmi.
Bu sinizmde doğru olanı yapmaya güç yetmiyor ve başkaldırıya yönelmek yerine, acizliğin içselleştirilmesinden hareketle, kötü bir pragmatizme kapılıp, doğru olana yönelmeyi engelleyen gücün karşısında boyun eğiliyor. Başka türlü söylersek, doğru olanın ne olduğu ve neyin yapılması gerektiği biliniyor ama bizzat bunu engelleyen güce boyun eğildiğinden, bir yandan doğru olanın adı konulmuyor, öte yandan da yapılması gereken zaten yapılamazmış gibi gösterilip sorumluluktan kaçınılıyor. Böylece, baskın unsura yaranmak veya acizlik “doğallaştırılıyor”.
B) Hasiktir Sinizmi.
Bu sinizm türünde de acizlik ve imkansızlık içselleştirilmiştir ama bunu dayatan iktidara yaranmak yerine durum teşhir edilir, açık biçimde ve hınzırca gözler önüne serilir. Fakat burada da güçsüzlük hakim duygudur. Durumu değiştirmek için bir şey yapılmaz, sadece bunun etrafında mırıldanılıp söylenilir ve rahatlatıcı sloganlar üretilir.
Bir başka kifayetsiz çırpınışı kimlik alanında görüyoruz. Giderek yaygın hale gelen ve adı tam olarak konmasa da içe büzülen bir kimlik eğilimidir bu. “Ne Mutlu Kıbrıslı Türk’üm Diyene” sloganı olarak da karşımıza çıkan bu kimlik güzellemesi, belki dağa taşa yazılan bir slogan değildir ama Kıbrıslı Türklerin büyük çoğunluğunun hissiyatını ifade ediyordur. Bir yandan Türkiye’ye ve/veya Türkiyelilere, diğer yandan da Kıbrıslı Rumlara karşı mesafe koyma çabasının bir ifadesine dönüşen bu kıbrıslıtürklük hali, bazı çevrelerde mikro-milliyetçi bir eğilim haline geldi.
Velâkin, özne olma sorunu dışlayıcı bir kimlik politikasıyla çözülemeyecek kadar karmaşık ve çetrefildir. Kimlik adına politika yapmak, özü itibarıyla çoğulcu ve değişken olan bir kavrama tek bir siyasi yön biçmek demektir ki, bu kimliğin devingen ve çok boyutlu özelliklerini özcü bir okumayla tek boyuta indirmek demektir.
Kıbrıs Türk kimliği bütün kimlikler gibi diyalojik bir ortamda şekillenip dönüşüme uğruyor.
Kıbrıslı Türkler hem Kıbrıslı Rumlar hem Türkiye/Türkiyelilerin yer aldığı iletişimsel bir gerilim alanında yaşıyorlar. Bütün toplumlarda olduğu gibi Kıbrıs Türk toplumunun da kendine özgü, farklı, devingen bir kimliği oluştuğu ve bu oluşumun sürekli bir oluş süreci içinde olduğu gerçektir. Fakat şurası da bir gerçektir ki, bir yerde kimlik konuşuluyorsa, Zygmund Bauman’ın sözleriyle, “orada bir kavga var” demektir ve Kıbrıslı Türkler bu bağlamda hem Türkiye hem de Kıbrıslı Rumlarla önemli sorunlar yaşıyor.
Bu sorunların başında tanınma sorunu geliyor. Yani, iletişim ağı içinde yer aldıkları iki aktör tarafından da eşit ve özerk bir özne olarak kabul görmek… Başka türlü söylersek, Kıbrıs Türk toplumunun tarihsel nedenlerle aynı sahnede yer aldığı Türkiye ile Kıbrıslı Rumlar karşısında hem birlikte hem de boy ölçüşebilen bir özne olabilmesi…
Bu Kıbrıslı Türklerin karşı karşıya oldukları en büyük zorluklardan biridir.
Hegel’in tanınma kuramından yola çıkarak söylersek, özne ancak başka öznelerle iletişim-gerilim ilişkileri içinde kurulur. Özneler-arası- iletişim/mücadele olmadan özne olmak mümkün değildir. Bu yüzden öteki özneler tarafından tanınma talebi, özne olma talebiyle özdeştir.
Yakın tarihte önemli güç, etkinlik ve kapasite kaybına uğrayan, güçsüzlük duygusunu bütün ağırlığıyla hisseden Kıbrıs Türk toplumu açısından bunu başarmak kolay değildir. Bugün Kıbrıslı Türkler bir yandan Tük milliyetçiliğinin ve Türkiye’nin kurumlarının baskın olduğu bir siyasal ortamda yaşıyorlar, diğer yandan da Kıbrıs Sorununun federal bir devlet temelinde çözüme kavuşturulması konusunda irade sergilemekte güçlük çeken Kıbrıs Rum toplumu ile karşı karşıyadırlar.
Fakat her şeye rağmen hem Türkiye hem de Kıbrıslı Rumlarla siyasi iddialarda ve tanınma talebinde bulunmaya imkan tanıyan bir tür karşılıklılık ilişkisi içindedirler. Ne Türkiye Kıbrıslı Türkleri iradeden tamamen yoksun “sömürgeleştirilmiş özne” olarak görebilir, ne de Kıbrıslı Rumlar Kıbrıslı Türkleri bütünüyle görmezlikten gelebilir.
Dahası, Kıbrıs Türk toplumunun öznelik kapasitesini artırması ve/veya federal bir devletin örgütlenmesi ne Kıbrıslı Rumların ne de Türkiye’nin çıkarları ile uzlaşmaz bir karşıtlık içindedir. Kıbrıs Rum toplumu adanın birleştirilmesi ve bütününde yurt hakkına sahip olabilmesi için Kıbrıslı Türklerin iradesine muhtaçtır. Türkiye ise bütün jeopolitik üstünlüğüne rağmen adanın gidişatının zaman içinde şu ya da bu nedenle aleyhine dönmesini ancak Kıbrıslı Türkler sayesinde sağlama alabilir.
Bu yüzden Kıbrıslı Türklerin önlerine gerçekleşebilir hedefler koyması ve en önemlisi, başkalarıyla eklemlenerek birlikte eylemeye hazır olması elzemdir. Kıbrıs Rum toplumu içindeki demokrat ve barışsever aktörlerle ve Türkiye’de Kıbrıs’ta barışa kapalı olmayan güçlerle birlikte eylemesi hayati öneme haizdir.
Kıbrıslı Türklerin Türkiye ve Kıbrıs Rum toplumu ile ilişkilerini biat (boyun eğme) ve antagonizm (uzlaşmaz düşmanlık) ikileminden arındırmak gerekiyor ve çıkış yolunu agon (rakipler arasında yarışma) alanında aramalıyız. Eski Yunanda “yarışma”, “kendini ortaya koyma”, “rakiplerle boy ölçüşme” anlamını taşıyan agon kavramından hareket eden Hannah Arendt, agon ile, düşmanını yok etmeye yönelik antagonizm arasında önemli bir ayırım yapar. Agon bir çatışma alanı değil, bir yarış alanıdır. Antagonizm karşıtlık ilişkisini ifade ederken, agon karşılıklılık ilkesine ve birlikte eylemeye dayanır. Chantal Mouffe’un sözleriyle, agonun (yarışın) tarafları birbirlerini düşman olarak değil, rakip olarak görürüler. Dolayısıyla da siyasi eylemi bir ölüm-kalım meselesi olarak algılamazlar. Bu yaklaşımla potansiyel olarak her zaman var olan antagonizmin keskinliklerini törpülerler. Yarışırlar ama birbirlerinin özgüllüklerini kabul ederler. Burada dayatmaya yer yoktur. Yapabilme yeteneği, beceri ve kapasite vardır.
Hannah Arendt insanların özgüllüğünü “başlangıçta” görür ve insanların “başlangıç yapmaya” adeta mahkum olan varlıklar olduğunu söyler. “Başlangıç”, eylem kavramıyla iç içedir ve insanları özneye dönüştüren insanlar-arası bir edimdir. İnsanlar ancak bir birleriyle konuşup bir birbirlerinin haklarını tanıyarak, birbirleriyle anlaşıp uyum içinde eyleyerek güç sahibi olabilirler. Burada eyleyenler çoğul anlamda insanlar, farklı iradeler olduğu için, kesin olarak veya belirgin bir sonuca ulaşılacağı söylenemez. Böyle bir garanti yoktur…
Fakat Kıbrıslı Türklerin özne olabilmeleri için yeni bir başlangıca ihtiyaç duydukları kesindir…
(Yukarıdaki yazı “Kayıp Özne” adlı kitabımdan derlendi.)