Fikret Demirağ’la Yurt sohbeti
“Kim ki görmezden ve bilmezden gelir
Ya da onaylar
Bu toprağın göğsündeki Sevgi Yıldızı’nın
İkiye bölünmüşlüğünü,
İnsanın gönlüne basmış olur
Annesinin yaşlı ve sızılı
Çocuğunun yumuşacık gövdesini çiğnemiş olur
Kim ki bu halkı ‘şarkısız’ bilir
Ya da ‘şarkısız bırakanları’ değil
Bırakılanları görür
Ve küçümseme oklarını ona yağdırır,
kendi içindeki ‘şiiri’ de küçümsemiş,
Ve yadsımış olur”.
Böyle buyurdu toprağın ve köklerin şairi Fikret Demirağ. Onun mısralarında bu adanın güzelliği, toprağın ve köklerin uyumlu birlikteliğinden doğar. Ve felaketi olur zeytinin, toprağın ve köklerin ayrı düşmesi… O zaman şairin yurdu yanar, evinin çatısı düşer…
İki seçeneğimiz var:
1) Sevgi Yıldızı’nın ikiye bölünmüşlüğünü görmezden, bilmezden gelen veya onaylayan, bu halkı ‘şarkısız’ bilen ya da ‘şarkısız bırakanları’ değil, bırakılanları görüp küçümseme oklarını ona yağdıran, yani yurdun evini yakan…
2) Toprağın ve köklerin uyumlu birlikteliğine öne çıkaran, kökleri sulayan, zeytine özenle bakan, toprağı emeğiyle gebe koyan, yani yurdun damlayan çatısını tamir eden…
Şöyle diyor zeytinin, toprağın ve köklerin şairi:
“Yüreğini toprağa bastır ve Akdenizliliğini bir daha hatırla
Bir şey duymuyorsan, öldün…
Demek öldü Akdenizli yüreğin,
Artık yok senin Akdenizliliğin…”
İki seçeneğimiz var:
1) Akdenizli yüreği ölen…
2) Yüreği Akdenizli atan…
Fikret Demirağ, zeytinin toprağın ve köklerin ayrı düşmesiyle Kıbrıslı Türklerin “yurt-kaybına” uğradıklarını düşünür. Kıbrıslı Türkler böyle bir yabancılaşma içine itildikleri için mağdurdurlar ama ganimet zenginleri buna pek aldırmıyor. Yarım adada yaşamaktan rahatsızlık duymuyor, herkesi de adanın diğer yarısını unutmaya davet ediyorlar. Bu “daveti” cazip kılmak için ganimet dağıtıyorlar. Şair, ganimet illetinin bu “unutma-egzersizinde” etkili olduğunu düşünür. Fakat bunu yabancılaşmanın doruk noktası sayar. Çünkü ganimetten “yüreği köşe dönenlerin” artık yürek değil “et parçası” taşıdıklarını bilir.
İki Seçeneğimiz Var
1) Yüreği et parçasına dönüşen…
2) Yüreği yürek gibi atan…
Evet, bitirirken seçeneklerimizi bir daha hatırlayalım:
1) Her tarafa bayraklar çekip anıtlar diken, yarım yurdu çitleyerek müzeye dönüştüren ve o müzeye yerleşerek oradan dışarı çıkmaya korkan…
2) Müzenin dışına çıkmaktan korkmayan ve yurdun yaralarını sarıp dünyaya bağlayan…
Yani, iki ayrı “yurt dili”, iki ayrı dünya…
Biri müze, öteki sınırsız bir ülke, sonsuz bir dünya…