EOKA, Bir Celladın Günlüğü ve Albert Camus
1992 yılında Londra’da bir cellat öldü. Eşyaları açık artırmayla satıldı. 17 bin Sterline satılan eşyaları arasında günlüğü de vardı. Günlüğünde infazlarla ilgili ayrıntılı raporları ve notlar yer alıyordu.
Otuzdan fazla idamda baş-cellat olarak görev yapmıştı. Ayrıca, cellat-yardımcısı olarak çok sayıda idamda hazır bulunmuştu. Britanya’nın son cellatlarındandı. 1964 yılında ölüm cezası kaldırılınca, meslek hayatı da son bulmuştu.
Adı, Harry Bernard Allen idi.
Sadece İngiltere hapishanelerinde değil, İngiliz sömürgelerinde de görev yapan Allen, Kıbrıs’ta da “çalıştı.” Büyük Britanya hükümeti hesabına tam 9 kişiyi idam etti. Yani, 1956-1957 yılları arasında ölüm cezasına çarptırılan 9 EOKA üyesinin tümünü de Allen astı. Adı hiçbir zaman açıklanmayan ve kimsenin tanımadığı bu cellat, idam tarihinden bir gün önce adaya geliyor, “işini yapıyor” ve adadan ayrılıyordu.
“İnsani bir iş” yaptığına inanan Allen, “müşterisi” ile tanışıyor, boyunu posunu, ağırlığını ölçüyor ve en uygun ipi seçiyordu. Sonra dinlenmeye çekiliyordu. O an gelince bir sigara yakıyor, sigarasından bir duman alıyor ve mahkuma “Hadi Evlat” diyerek saniyeler içinde infazı tamamlıyordu.
İşini bitirdiğinde kül tablasında yanmaya devam eden sigarasından bir fırt daha çekiyordu…
Kıbrıs’ta idam sehpasına çıkan ilk Kıbrıslı Rum Mihalis Karaolis oldu. İftiraya uğrayan bir Kıbrıslı Rum polisi öldürmekle suçlanan ve idama mahkum edilen Karaolis’i yardımcı polis olarak sömürge yönetimine uşaklık eden Kıbrıslı Türk polisler yakalamıştı.
Savcılıkta görevli olan ve sömürge yönetimiyle işbirliği yapan Rauf Denktaş da Karaolis’in idama mahkum edilmesinde etkin rol almıştı.
Bu durum, yani, Karaolis’in idamı ve Kıbrıslı Türklerin kolonyal politikalara alet olmaları Kıbrıslı Rumlar arasında derin bir infial yaratmıştı.
EOKA’nın Lefkoşa Bölge Komutanı Polikarpos Yorgacis tutuklandığında cebinden çıkan notlarda Karaolis aleyhine tanıklık eden üç yardımcı polisin ismi yazılıydı: Fevzi Direkoğlu, Mehmet İsmail ve Hüseyin Mehmet Cengiz.
Belli ki Yorgacis, Kıbrıslı Türk polislerden intikam almayı planlıyordu.
Albert Camus’nün Kıbrıs Yazısı
Karaolis idama mahkum edildiğinde bütün dünyadan tepkiler yükseldi. Büyük edip Albert Camus 6 Aralık 1955 tarihinde L’ Express dergisine yazdığı “Helen Çocuğu” başlıklı bir yazıda, Mihalis Karaolis’in affedilmesini talep ediyordu. “Afrodit’in doğduğu mutlu adada da insanlar ölüür, hem de korkunç bir şekilde…” diyen Camus şöyle devam ediyordu: “Bir kez daha, kör baskı isyana yol açıyor. Bir kez daha, düzen derdinde olduğunu iddia eden güç, mahkemelerini kurmak ve baskıyı daha da artırmak zorunda kalıyor. Tabii bu, isyanları çoğaltmaktan başka hiçbir işe yaramayacak…”
Camus’ye göre baskının olduğu yerde kahramanlar da olur, “onlar ki baskı gibi yorulmazdırlar ve kendileri dışında herkesin unuttuğu bir halkın davasını umarsız bir dünyaya dayatırlar.”
Camus, Kıbrıs’ın Britanya ve Batı için stratejik değeri olduğunu ve adanın “uçak gemisi” olarak tanımlandığını belirtiyor ama bunun bir sorun olmadığını söylüyordu, çünkü Yunan hükümetinin Enosisin gerçekleşmesi halinde İngiltere’ye üs vermeyi önerdiğini, bunun da “makul” bir öneri olduğunu ileri sürüyordu.
Albert Camus, yazısının sonunda İngiliz hükümetine sesleniyordu: “Önce Mihalis Karaolis’in hayatını kurtarın ve sonra da ona üç bin yıllık yurdunu verin.”
Fakat sömürge yönetimi Kıbrıslılara yurtlarını vermek istemiyordu.
Karaolis’in genç boynu 10 Mayıs 1956 tarihinde Harry Allen’in ilmiğine teslim edildi. Sonra, idamlar birbirini izledi. Sömürge yönetimi, genç Kıbrıslı Rumları ipe göndererek EOKA’nın gücünü kıracağını umuyordu. Fakat sonuç, Alber Camus’nün öngördüğü gibi, “isyan çoğaltmak” oldu.
İdamlar, Kıbrıs Rum toplumunu EOKA’yı daha sıkı kucaklamaya itti.
İdam kararlarının altında imzası bulunun Mareşal Harding de idam-politikasının başarısız olduğunu itiraf etmek zorunda kaldı: “EOKA savaşçılarını diğer EOKA’cıları korkutmak için öldürmedik. EOKA’ya katılanlar zaten hayatlarını feda etmeye hazırdı. İdamları ebeveynlerini, özellikle annelerini korkutmak ve çocuklarının EOKA’ya katılmalarını yasaklamalarını sağlamak için yaptık. Fakat başarısız olduk. Çocukları EOKA’ya katıldıklarında ebeveynleri onlara hayırduaları okuyordu. Öldürüldüklerinde de onları kahraman olarak görüyorlardı. Vatanımız sizin fedakârlığınıza layıktır” diyorlardı.
Gerçekten de “EOKA’ya katılanlar hayatlarını feda etmeye hazırdı” ve mahkumlar idama adeta “koşarak” gidiyorlardı.
9 Ağustos 1956 tarihinde idam edilen Andreas Zakos kardeşine yazdığı bir mektupta şöyle diyordu. “Sevgili Kardeşim, bu mektubumu aldığında ben hayatta olmayacağım. Ölüm vakti yaklaşıyor. Ama ruhumuza sükunet hâkimdir. Şu anda Beethoven’in Kahramanlık senfonisini (Eroica, 3. Senfoni NK) dinlemekteyiz. Bulunduğumuz bu yerde ölümün neresinde trajedi olduğunu mikroskopla bile göremiyoruz. Eğer idamdan kurtulup genç ve ölümsüz kalacağımı bilseydim, o zaman üzülürdüm. Ama ben idamımla genç ve ölümsüz kalacağıma inanıyorum. Er veya geç hayatımı feda edecektim. Bunu yapmak için şimdikinden daha uygun bir ortam düşünemiyorum…”
Kaynak: EOKA, Bir Celladın Günlüğü ve Albert Camus – Niyazi Kızılyürek