Merkel, Beethoven ve AB
Geçtiğimiz günlerde Avrupa Parlamentosu’nun Genel Kurulunda “ağır” bir misafir vardı. Şansölye Angela Merkel, Almanya’nın AB’nin dönem başkanı olması vesilesiyle Genel Kurula seslendi ve her zamanki gibi, iyi düşünülmüş, iletişimsel açıdan sağlam bir konuşma yaptı.
Dönem başkanı olarak Alamanya’nın önceliklerini anlatan Merkel, Avrupa Birliği’nin geleceğine dair önemli göndermelerde de bulundu.
Merkel sırasıyla temel haklar, birliktelik, iklim krizi, dijitalleşme ve AB’nin dünyadaki konumu konularını dönem başkanlığının öncelikli konuları olarak açıkladı.
Yurttaşlık ve insan haklarının AB’nin en “büyük hazinesi” olduğunu belirten Merkel, Covid 19 salgınının bu hakların çiğnenmesi için “bahane” olarak kullanılamayacağını söyledi ve muhalefetin olmadığı bir demokrasinin demokrasi olamayacağını belirtti.
Açıkça adı konmasa da, burada kast edilen ülkelerin başında Macaristan ve Polonya’nın geldiği biliniyor. Maaalesef, her iki ülkeyi de yöneten hükümetler, Merkel gibi Hristiyan Demokrattır ve Avrupa Halk Partisi’nde (AHP) Merkel’in Partisi CDU ile birlikte yer almaktadırlar.
Gerçi Macaristan Başbakanı Viktor Orban’ın partisinin AHP üyeliği 2021 yılına kadar donurulmuştur ama ülkesindeki insan hakları ihlallerine uzun süre göz yumulduğu bir vakıadır. Aslında göz yumulmaya da devem ediliyor…
İkinci konu olarak “birliktelik duygusu” ve “dayanışmaya” gönderme yapan Merkel, krizden ancak birlikte çözümler üreterek çıkılabileceğini ve emptati yapmanın, dünyayı başkalarının gözüyle de görmenin önemini vurguladı. Gelgelelim, bu da biraz ironik oldu. Salgının başlangıcından sonra uzun süre çok zor durumda kalan halklara AB’nin kurum olarak ilgisiz kaldığı gibi, üye devletler de milliyetçi reflekslerle kendi içlerine döndüler ve AB’nin tarihinde ilk defa birbirlerine sınır kapılarını kapattılar.
Fakat şurası da bir gerçektir ki, Almanya gecikmeli olarak da olsa önemli bir hamle yaptı ve Fransa Başkanı Emmanuel Macron ile birlikte 500 Milyarlık bir yardım paketi önerdi. Nitekim Merkel konuşmasında bu konuya ayrı bir keyifle değindi. Önümüzdeki günlerde Konsey’de onaylanması beklenen yardım paketine, “dört cimriler” adı verilen ve pakete karşı çıkan Danimarka, Hollanda, Avusturya ve İsveç gibi ülkelerin nasıl tavrı alacakları ise henüz net değil. Uzun yıllardan sonra ilk defa önemli bir projeye birlikte imza atan Almanya ve Fransa gibi lokomotif devletlere karşı çıkmaları beklenmiyor ama yardım paketini bazı koşullara bağlamak isteyecekleri kesindir. Bu da başta İtalya ve İspanya olmak üzere güney ülkelerini tedirgin ediyor.
Merkel konuşmasında “dört cimrilere” ince mesajlar göndermeyi ihmal etmedi. Üye devletlerdeki Avrupa Birliği karşıtlarının krizi istismar etmek istediklerini belirten Merkel, milliyetçiliğe dönüşün çare olmadığını, “çarenin birliktelikte olduğunu göstermek zorundayız” dedi.
Maalesef milliyetçiliği körükleyen sadece aşırı sağ değil, Hristiyan Demokratlar cephesinde de göçmen karşıtı ve yabancı düşmanlığı oldukça yaygın bir olgudur. “Milli kimlik” kavramı etrafında geliştirilen demogajik söylemlere ana akım sağda da çok sık rastlıyoruz.
İklim krizine gelince. Merkel konuşmasında bu konuyu çok önemsediğini belirtti. Gerçekten de Avrupa Birliği’nin bütün kurumlarında, Konsey’de, Komite’de ve Avrupa Parlamentosu’nda genel kabul gören konuların başında iklim krizi geliyor. Komite başkanı Ursula von der Leyen’in programında öncelikli sırayı işgal eden “Yeşil Anlaşma”, Avrupa Birliği’ni 2050 yılına kadar karbondan arındırmayı hedefliyor.
Çok iddialı bu projeden mutlaka Kıbrıs’ın da yararlanması gerekiyor. Çevreye karşı zararlı olan ve bölgede çatışmalara neden olabilecek bir jeo-politik oyunun parçası haline getirilen doğal gaz aramalarına son verip, yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmeli.
Güneşi bol Kıbrıs’ta sararıp kızaran Mesarya ovasının boydan boya panellerle donatıldığını ve iki toplumun karşılıklı-bağımlılık ilişkisi içinde enerji sorununu çözdüğünü düşünsenize…
Diğer öncelikli konu, AB içinde ve dünyada gün geçtikçe önemi daha da artan dijitalleşme konusudur. Teknolojik gelişmenin kaçınılmaz bir sonucu olarak gündeme gelen dijitalleşme bir yandan sayber-saldırılara karşı korunmayı kolaylaştırırken, diğer yandan da verimliliği artırıyor. Fakat buradaki temel soru, istihdamın nasıl etkileneceğidir. Dijitalleşmenin işsizler ordusu yaratmamasına izin verilmemelidir.
Ve son olarak AB’nin dünyadaki konumuna değindi ki, Merkel bu noktada Çin-AB ilişkilerini çok önemsediğini belirtti ve yapılacak olan AB-Çin doruk toplantısından söz etti. Her ne kadar Avrupa Parlamentosu Çin’in Uygurlara karşı baskıcı tutumunu ve Hong Kong’taki uygulamaları kınasa da, Konsey ve Komite bu konularda sessiz kalıp Çin ile ticaret hacmini büyütmeyi tercih ediyor.
Genişleme politikasından söz ederken, Kuzey Makedonya, Arnavutluk ve diğer batı Balkan ülkelerine üyelik perspektifi verilmesine değinip Türkiye konusunda tamamen sessiz kalması oldukça dikkat çekiciydi. Oysa Türkiye’nin Almanya’nın dönem bakanlığından beklentileri olduğu biliniyor. Ankara, vizenin kaldırılmasını, Gümrük Birliği anlaşmasının genişletilmesini ve hatta mümkünse bazı fasılların açılmasını istiyor.
Merkel’in sessizliği “diplomatik sessizlik” olarak yorumlanabilir. AB nezdinde imajı iyice kötüleşen Türkiye’ye dair açık bir tavıur almak yerine “gizli diplomasi” yolunu debneyeceği anlaşılıyor.
Ve Beethoven… Müzik sever biri olduğunu söyleyen Merkel, 2020 yılının Aralık ayında Beethoven’in 250. doğum yılının kutlanacağını belirttikten sonra, Beethoven’in Dokuzuncu Senfonisi’ni “her dinlediğinde kendisini etkileyen yeni unsurlar keşfettiğini” ifade etti, tıpkı her seferinde Avrupa’yı yeniden keşfettiği gibi…
Kültür konusunda başka bir şey demedi.
Ne genel olarak AB’nin kültür politiklarından söz etti, ne de pandemi döneminde çok zor duruma düşen sanatçı ve kültür insanlarının sorunlarından bahsetti. Bu konuda, içinde benim de yer aldığım parlamentonun Kültür Komitesi’nin bütün çağırılarına kulak tıkandı. Nitekim, Merkel’in konuşmasından iki gün sonra Genel Kurul’da yaptığım konuşmada tam da bu konuya dikkat çektim…
Bitireriken, müziğin büyük devrimcisi Beethoven’in bir deyişine yer verelim: “Sanat nedir, Sanatsız kalsaydım ne olurdum, bilmiyorum. Ama korkarım ve görüyorum ki, yüzlerce, birnlerce insan sanattan yoksundur…”