Tek Bir Kıbrıslı Türk Olmasa Bile…
“Orada tek bir Müslüman Türk olmamış olsa bile Türkiye’nin Kıbrıs meselesi olmak zorundadır.” Bu sözler Ahmet Davutoğlu’na aittir. Davutoğlu “Stratejik Derinlik” adlı kitabında Kıbrıs’ın Türkiye açısından sahip olduğu önemi vurgulamak isterken bu sözcükleri kullanmayı tercih etmiştir. Davutoğlu’na göre, “Kıbrıs’ı ihmal eden bir ülkenin küresel ve bölgesel politikalarda etkin olabilmesi mümkün değildir.”
Peki, neymiş Kıbrıs’ın önemi? Davutoğlu bu soruya şu yanıtı veriyor: “Asya ve Avrupa’yı ayıran Boğazlar ile Asya ve Afrika’yı ayıran Süveyş kanalı arasında yer alan Kıbrıs aynı zamanda Avrasya-Afrika bağlantısının en önemli su havzaları olan Körfez ve Hazar havzaları ile Aden ve Hürmüz su yollarının da nabzını tutacak sabit bir üs ve uçak gemisi konumundadır.”
Davutoğlu, Kıbrıs’ın “doğu ucuyla”, yani Karpaz burnu ile “Ortadoğu’ya yönelmiş bir ok” gibi durduğunu, “batı sırtıyla” da, yani Akama burnu ile de “Doğu Akdeniz, Balkanlar ve Kuzey Afrika’daki stratejik dengelerin temel taşı” durumunda olduğunu ileri sürüyor.
Adanın “deniz stratejileri” açısından önemini ise şu sözlerle özetliyor: “Kıbrıs, Türkiye’nin Hazar-Karadeniz-Boğazlar-Ege Denizi-Doğu Akdeniz-Süveyş-Basra Körfezi hattından oluşan yakın deniz kuşağı ile ilgili genel deniz stratejisinin kilit unsuru olarak özel bir önem taşımaktadır.”
Görülebileceği gibi, Davutoğlu Kıbrıs’a, Avrasya’dan Ortadoğu’ya ve Balkanlardan Doğu Akdeniz’e kadar uzanan çok geniş bir alanda “stratejik önem” atfediyor ve Kıbrıs Sorununun bu stratejik çerçeve içinde değerlendirilmesini savunuyor. Nitekim Davutoğlu’na göre Kıbrıs Sorunu ne Kıbrıslı Türklerle Rumlar arasında etnik bir mesele, ne de sadece bir Türk-Yunan gerginliği olarak ele alınmalıdır.
Davutoğlu yaptığı “derin stratejik” okumayla Türk-Yunan dengesinden yola çıkarak ada içinde iki etnik toplum arasında denge kurulmasını savunan geleneksel Türk dış politikasından uzaklaşıyor ve Kıbrıs’ı “yeni bir stratejik çerçeveye” oturtuyor. Davutoğlu’nun anlayışında Kıbrıs ne sadece iki toplum arasında bir sorun, ne de Türk-Yunan uyuşmazlığının konularından biridir. Kıbrıs, Türkiye’nin Avrasya, Doğu Akdeniz, Ortadoğu ve Balkanlarda etkili olmasına yarayan “sabit bir üs, bir uçak gemisidir.” Bu özelliği ile de Davutoğlu’nun gözünde Türkiye’nin “Hayat Alanıdır”.
Öncelikle “Hayat Alanı” sözcüğü üzerinde duralım. Almanca “Lebensraum” kelimesinin Türkçe karşılığı olan “Yaşam Alanı” veya Davutoğlu’nun kullandığı gibi “Hayat Alanı”, Birinci ve İkinci Dünya savaşları arasında revaçta olan ve yayılmacı emelleri haklı çıkarmak için kullanılan bir kavramdı. Nitekim Alman ordusunda General iken akademik yaşama geçen profesör Karl Haushofer’in geliştirdiği bu kavram Hitler Almanya’sında sık sık kullanılıyordu. Bir yer için “Orası Benim Hayat Alanımdır” denildiği zaman hukuk ve meşruiyet iptal edilir, sadece kuvvet politikası geçerli olurdu. Bu yüzden İkinci Dünya Savaşından sonra devletler bu kavramı kullanmaktan imtina ettikleri gibi, akademik çalışmalarda da bu kavrama pek rastlamıyoruz. Davutoğlu’nun 1990’larda kaleme aldığı “Stratejik Derinlik” adlı kitabında bu kavramı sıklıkla kullanması kanımca talihsizlik olmuştur. Ayrıca, şunu da söylemek gerekiyor ki, Türkiye bu kadar geniş bir alanı “Hayat Alanı” ilan ederek etkinlik kuracak kuvvetten yoksundur. Yeterli kaynaklara sahip olmadığı gibi, o ülkelerde yaşayan halklarla karşı karşıya gelme tehlikesi de vardır.
İkinci nokta Kıbrıs’ın stratejik önemi meselesidir. Kıbrıs’ın Ahmet Davutoğlu’nun iddia ettiği çapta stratejik bir önemi olduğunu düşünmüyorum. Fakat Türkiye açısından 1950’lerden günümüze kadar devam eden stratejik bir önemi olduğu da yadsınamaz. Bu, ne Kemalist milliyetçilerin iddia ettiği gibi, “Küçük Kaynaraca Antlaşmasından beri toprak kaybeden ve büzülen Osmanlı devletinin gerilemeyi durdurup, taşmaya geçtiği yer” olmasından kaynaklanıyor, ne de Müslüman milliyetçilerin adayı “Osmanlı-İslam dünyasının bakiyesi” olarak görmeleriyle ilgilidir. Kıbrıs’ın Türkiye için önemi Türkiye’ye hasım bir ülkenin nüfuz bölgesi haline gelip güney sahillerini tehdit etmesi ile ilgilidir. Bu noktadan hareketle Türkiye 1950’li yıllarda Enosise karşı çıktı ve 1960’lı yıllarda Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yaşatılmasını savundu. 1974 yılında da eline geçirdiği üstünlüğü temelli bölünme doğrultusunda kullanmaktan imtina ederek federal bir devlet kurulmasını benimsedi. Gerçi Ahmet Davutoğlu’nun geldiği Erbakan geleneği Ecevit’ten farklı olarak adanın resmen bölünmesini savunuyordu ama Türk stratejisini şekillendirenler adanın resmen bölünmesinin Türkiye’ye güneyden yönelecek olası bir tehdidi ortadan kaldırmayacağını düşündükleri için Kıbrıs’ın kalıcı olarak bölünmesine karşı çıktılar. Kısacası, Türkiye için dün olduğu gibi bugün de Kıbrıs’ın Kıbrıslı Türklerin siyasi eşitlik temelinde kuruluşuna ve yönetimine katılacakları federal bir devlete kavuşturulması en geçerli senaryodur. Yaygın bir kanıya göre, Davutoğlu dışişleri bakanı olarak başarılı olduğu dönemlerde bu başarıyı “Stratejik Derinlik” kitabında yazdıklarını yaptığı için değil, yapmadığı için elde etti. Umarız, Kıbrıs Sorununa yaklaşımında da kitabından uzak durur…
Son olarak bir hatırlatma yapalım. Sizin “Hayat Alanı” dediğiniz yer ıssız bir mekan değil. İnsanların yaşadığı, emek verip ter akıttığı, ev kurduğu, dağlarında ovalarında dolaştığı, kendileri ve gelecek kuşaklar için hayaller kurduğu yurtlarıdır. Dolayısıyla Türkiye’nin Kıbrıs meselesi burada tek bir Kıbrıslı Türk olmasa bile sürdürülecek bir mesele olarak görülemez. Kıbrıs, Kıbrıslı Rumların, Kıbrıslı Türklerin, Maronitlerin, Ermenilerin, Latinlerin ve yeni oluşan göçmen topluluklarının yaşadığı bir ülke olarak bir an önce barışa kavuşturulmayı bekliyor. Türkiye’nin Kıbrıs meselesi bu olmalıdır, çünkü Türkiye’nin hayrına olan da budur.
Kaynak: Tek Bir Kıbrıslı Türk Olmasa Bile… – Niyazi Kızılyürek