Neden Aday Oldum?
Kıbrıs Cumhuriyeti ile birlikte doğduk, birlikte parçalandık. Etnik milliyetçilik ve savaşlar hem benim hayatımı hem de Kıbrıs’ı böldü. 1964 yılında doğduğum köy Bodamya’yı terk ederek Luricina’da göçmen olarak yaşamaya başladım. İlk okul ve orta okulu göçmenliğin zorluklarıyla cebelleşerek Luricina’da okudum.
1974 Savaşı beni Luricina’dan Lefkoşa’ya , oradan da Argaca’ya (Akçay’a) taşıdı. Liseyi Omorfo/Güzelyurtt’a tamamladım ve 1977 yılında Batı Almanya’ya gittim.
O yıllarda benim ülkem savaş sonrası kaotik bir mekandı. Avrupa ise İkinci Dünya Savaşının açtığı yaraları sarıyor, büyük barış projesi olan Avrupa Birliği’ni oluşturmak için yoğun ve yaratıcı çabalar içindeydi.
Almanya’da yüksek örenimim esnasında geçirdiğim yıllar benliğimde derin izler bıraktı. Ön lisans ve yüksek Lisansımı yaptığım Bremen Üniversitesi eleştirel düşünce mabetlerinden biriydi. Orada her şey sorgulanıyordu. En çok da Almanya’nın dünyayı kavuran milliyetçilik ve faşizm batağına neden saplandığı sorgulanıyordu. Bir daha savaş felaketi yaşanmasın diye öz eleştiri yapılıyor ve Almanya’nın mağdur ettiği ülkelerden özür dileniyordu. Almanya başbakanı Willi Brand’ın Polonya ziyareti esnasında meçhul asker anıtı önünde diz çökmesi, bütün dünyada konuşuluyordu.
Almanya, 100 yıldan daha uzun bir süre savaştığı Fransa ile aktif bir yakınlaşma politikası güdüyor, iki ülke nüfusunun barışması için etkin projeler hayata geçiriyordu. Öğrencileri ve nüfusun diğer kesiminden insanlar birbirlerini ziyaret ediyor, Almanlar sık sık Fransa’ya, Fransızlar da Almanya’ya gidiyordu. Fransızca ve Almanca yayın yapan ortak televizyon kanalı ARTE, bu yakınlaşma çabalarına büyük katkılarda bulunuyordu.
İki ülke yakınlaştıkça, Avrupa ülkelerinin birleşmesini doğru büyük adımlar atılıyordu ve yaşlı kıtadan savaş bulutları süratle uzaklaşıyordu.
Ben, bu gelişmeleri hayranlıkla izliyor ve benim ülkemin de bir gün birliğe ve kardeşliğe kavuşmasını diliyor, neler yapılması gerektiği konusunda kafa patlatıyordum.
Yunanca öğrenmeye böyle bir ortamda başladım. Alman hocalarım ülkemde nüfusun büyük çoğunluğunun konuştuğu dili öğrenmemin elzem olduğunu söylüyorlardı. Haklıydılar. Hem birbirimizi daha iyi anlamak hem de daha objektif akademik çalışmalar yapabilmek için bu şarttı.
İlk kitabımı 1983 yılında Almanya’da böyle bir ortamda yazdım ve Kıbrıs’ta barışa ve kardeşliğe adadım.
İki toplumun barış içinde bir arada yaşamasına olan inancım, beni 1988 yılında Lefkoşa’nın güneyine getirdi. Mağusa Kapısında Kıbrıslı Rumlara hitap ettiğim ilk konuşmamda “Oliki Kipros/Tam Kıbrıs’tan” söz ettim ve Kıbrıs’ın hepimizin ortak yurdu olması gerektiğini savundum.
Merhum Denktaş ve çevresi bundan hiç hoşlanmamışlardı, beni “hainlikle” itham ediyorlardı.
Bildiğim yolda yürümeye devam ettim…
Kıbrıs’ın güneyine yaptığım ziyarette tanıştığım Panikos Hrisantu ile birlikte bir film yapmaya karar verdik. “Duvarımız” adını verdiğimiz ilk iki toplumlu belgesel 1993 yılında tamamlandı.
Bu arada, 1990 yılında Kıbrıs AB üyesi olmak için baş vurmuştu ve 1993 yılında AB Kıbrıs’ın üye olabileceğine dair görüş bildirmişti.
Güney Kıbrıs’a yerleştim ve Kıbrıs Üniversitesine baş vurdum. Başvurum iki kez geri çevrildi. Kıbrıs Rum toplumu henüz üniversitede bir Kıbrıslı Türk görmeye hazır değildi. Üçüncü başvurumda kabul edildim ve Kıbrıs Üniversitesinde çalışmaya başladım. Milliyetçi Kıbrıslı Rumlar bundan hiç hoşlanmadılar ve üniversiteden atılmam için yoğun bir kampanya başlattılar.
Öyle bir yerdeydim ki, Kıbrıslı Türk milliyetçiler beni “Rumcu” olarak görüyor, Kıbrıslı Rum milliyetçiler de “Türk ajanı” olmakla suçluyorlardı.
Yılmadım. Ülkemin Avrupa Birliğinin değerlerinden uzak olduğu aşikardı. Çok çalışmam gerektiği de…
Kendimi akademik çalışmalarıma verdim ve peş peşe Yunanca ve Türkçe olarak kitaplar yayınladım. Yardımcı Doçent ve Doçent basamaklarını çıkarak profesör oldum.
2000’li yılların başına geldiğimizde, Kıbrıs AB üyesi olmaya hazırlanıyordu. Kıbrıslı Türkler tam bir seferberlik içindeydiler, “Kıbrıs’ta barış” diyor ve birleşik Kıbrıs’ta Kıbrıslı Rumlarla birlikte birleşik Avrupa’nın üyesi olmayı yürekten arzu ediyorlardı.
Olmadı. Kıbrıs AB üyesi olmuştu ama ne barış gelmişti ne de Kıbrıslı Türkler siyasi bir entite olarak AB üyesi olmuşlardı.
Kıbrıslı Rumların Annan Planına “hayır” demesinden herkes gibi ben de düş kırıklığına uğradım.
Fakat Federal Kıbrıs’ı kurmaktan başka çıkar yol yoktu. Etnik çatışmalar sonucunda ilk defa 1960’yılların başında izole olan Kıbrıslı Türkler, 1974’ten sonra da izole olmaktan kurtulamadılar. Hem Kıbrıslı Türklerin uluslararası görünürlüğü hem de Kıbrıs’ta kalıcı barış için Federal Kıbrıs’ı kurulması için çalışmaya devam ettim. Bir yandan da Avrupa Kültür Parlamentosuna seçildim ve daha iyi bir Avrupa için uğraş verdim.
İki toplum içinde yürüttüğüm çalışmaları takdir eden yurttaşların teşvikiyle 2019 yılının Mayıs ayında yapılacak Avrupa Parlamentosu seçimlerine katılmaya karar verdim. AKEL’den gelen öneriyi kabul ettim ve AKEL ile işbirliği içinde AKEL listesinden seçime girmeye hazırlanıyorum.
Seçmenlere şunu söylemek istiyorum: FEDERAL KIBRIS ve FEDERAL AVRUPA için mücadele edeceğim!
Bu kararımın Kıbrıs Türkler açısından ayrı bir anlamı olduğunun farkındayım. Elimden geldiğince Kıbrıs Türk toplumunu uluslararası kurumlarda görünür kılmak için uğraşacağım.
Sadece Kıbrıslı Türklerin değil, Kıbrıslı Rumların dertleriyle de dertlenen biri olarak Kıbrıs’ta kalıcı barış ve her türlü ırkçılıktan arınmış bir Avrupa için mücadele edeceğim.
Takdir Yurttaşlarındır…