Kutlu Adalı Cinayetine Dair Eskilerden Bir Yazı
Kutlu Adalı’nın öldürülmesinden bir hafta sonra, 13 Temmuz 1996 tarihinde, İstanbul’da çıkan “Söz” dergisine bir yazı yazdım. Kendi adımla yazmaktan çekindiğim için makaleyi “Mustafa Yasemin” imzasıyla yayınladım.
“Kıbrıs’ta Taksim ve Terör” başlıklı o yazıda şöyle diyordum:
“6 Temmuz gecesi Kutlu Adalı evinin önünde kurşunlanarak öldürüldü. Kıbrıs’ta 31 yıl aradan sonra işlenen bu siyasi cinayetle Kutlu Adalı aramızdan ayrıldı. Bundan önce işlenen siyasi cinayetlere kurban giden Kıbrıslı Türklerle Kutlu Adalı cinayeti arasında o kadar çok benzerlik vardır ki, rahatlıkla bir siyasi cinayet geleneğinden söz edilebilir.
Seçilen kurbanların hepsi de Kıbrıs’ta resmi politikaya ve milliyetçi projelere karşı çıkan kimselerdi. Bugüne kadar öldürülen Kıbrıslı Türklerin tümü de Kıbrıs’ı etnik Türk milliyetçiliğinin “Yavru Vatan” söyleminden kurtarıp yurt yapmaya özen göstermişlerdir. Kıbrıs Türk toplumunu “Türklük Dünyasının” ayrılmaz parçası sayan ve onu salt “Dış Türkler” kavramı içinde ele alan Türk milliyetçileri, etnik kökene göre değil, siyasi seçenek ve iradeye göre politika üreten Kıbrıslı Türk demokratlarına karşı acımasızca saldırmışlardır.
Kutlu Adalı’ya kimin kurşun sıktığı önemli değil. Demokrasi terbiyesinden yoksun bağnaz Türk milliyetçileri bu cinayette suç ortağıdırlar. Kutlu Adalı’nın cenaze töreninde atılan ve Kıbrıslı Türklerin Kıbrıs’ı yurt yapma mücadelesini ifade eden sloganlar, Pan-Türkçülere bir yanıttır: ‘Yaseminlerimizi Koparamazsınız!’, ‘Bu Memleket Bizim!’
Yasemin Kıbrıs’ı simgeliyor. ‘Bu Memleket Bizim’ sloganı da Pan-Türkçülere yol veriyor.
Evet, Kıbrıs Kutlu Adalı’nın yurduydu. O kendisini bir “Dış Türk” olarak görmüyordu. Bunun bedelini hayatıyla ödedi ama Kıbrıs Kıbrıslılara biraz daha fazla yurt oldu. Kutlu Adalı’nın öldürülmesi, alttan alta devam eden büyük kavgayı su yüzüne çıkardı. Bilinçlerini Orta Asya’daki “köklerinden” besleyenlerle Kıbrıs’ın yaseminlerinden besleyenler arasında bir kavgadır bu.
Bu, Kıbrıs’ı yurt yapmak isteyenlerle yavru vatan yapmak isteyenler arasında bir kavgadır.
Kutlu Adalı öldürüldü, Kıbrıs adası daha fazla yurt oldu.”
Yazıda, Taksim tezini hayata geçirmek için 1958’den beri işlenen cinayetlere de yer vererek, artık Kıbrıslı Türklerin Taksim tezinden uzaklaştığını ileri sürmüştüm:
“Kovulan Rumların mülküne konan ganimetçi önde-gelenler, yeni-türedi tüccarlar Kıbrıs’ın kuzeyinde taksimin tadına varırken, geniş kalabalıklar giderek daha mutsuz olmaya başladı. Muhalefetin önemli bir kesimi sisteme entegre edilmiş olmasına karşın, Kıbrıslı Türklerin büyük çoğunluğu taksim politikalarının gazabına uğradı. Kimi göç yolunu tuttu, kimi de KKTC ile özdeşleşmekten vaz geçti.
Taksimi kutsayan milliyetçi tarih tezi inandırıcılığını bütünüyle yitirdi. Kıbrıslı Türkler yüzlerini ‘Kurtarıcı Türklükten’ federal Kıbrıs devleti ile Avrupa Birliğine çevirdi. (…) Tarih sahnesine çıktığı günden beri Kıbrıslı Türkler üzerinde baskı oluşturan, korku salan Taksim her şeye karşın tarihten vize alamadı. Kırk yıllık serüveni boyunca iyiden, güzelden, özgürlükten yana hiçbir şey yapmamış olan Taksim Projesi, özellikle son yıllarda ‘meşruiyetini’ iyice kaybetti ve Kıbrıslı Türklerin kurtulmak istediği bir ‘bela’ olup çıktı.
Kutlu Adalı, toplumun Taksim belasından kurtulma tutkusuna öncülük etmiş, ısrarla barış ve demokrasiyi savunmuş biridir. Taksim Kıbrıslı Türklerin vicdanında meşruiyetini yitirirken Kutlu Adalı çoğaldıkça çoğaldı, binlerce Kıbrıslı Türkün özlemiyle bütünleşti. Tarih önünde yenik düşünler Kutlu Adalı’ya saldırdı. Fakat Kutlu Adalı Kıbrıslı Türklerin geleceği oldu, Taksim toprağa verildi.”
(Ayrıntılar, Ulus Kaçağı adlı kitabımda, s.273-277)
Gerçekten de Kutlu Adalı’nın öldürülmesinden sadece bir iki yıl sonra Kıbrıslı Türkler kitleler halinde sokağa dökülecek, barış, demokrasi ve AB üyeliği için haykıracaklardı…
Kıbrıs Türk toplumunun “soydaş” sayan ve “Türklük Dünyasının” iradesiz bir uzantısına indirgemek isteyen siyasi yapı, büyük bir başkaldırı ile sarsılacak, “yaseminler” çiçek açacaktı…
Kaynak: Kutlu Adalı Cinayetine Dair Eskilerden Bir Yazı – Niyazi Kızılyürek