Komplo Tutkusu Üstüne
Birkaç yıl önce Orgeneral Koşaner Genel Kurmay Başkanlığına getirilmeden önce henüz daha Kara Kuvvetleri komutanı iken yaptığı bir açıklamada şöyle demişti: “Küresel güçler tarafından kurgulanan ve ülke içi medya, bazı akademik ve sermaye çevreleri ile sivil toplum örgütleri içine yuvalanan post-modern bir tabakanın oluşturduğu propaganda ve etki ağı; ulusal birlik, ulusal değerler ve güvenlik parametrelerinin zayıflatılması ve çözülmesi yönündeki gayretlerini sürdürmektedirler.” Koşaner Paşa, Türkiye için en büyük tehdidi elle tutulamayan bir kavramda, “küresel tehditte” buluyor ve tüm kötülüklerin, nerede ve kim olduğu bilinemeyen bu “küresel düşmandan” kaynaklandığını savunuyordu. Org. Koşaner’e göre, bu soyut düşman, Türkiye’de etnik kavgaları (PKK terörü) körüklüyor. Dış fonlarla yönlendirilen sivil toplum örgütlerini ve medyayı kullanarak Türkiye’yi “ılımlı İslam modeline” uydurmak istiyordu. Demokrasi ve insan hakları paravanının arkasına sığınarak da, etnik çatışmayla veya cemaatçilikle ülkeyi bölmeyi amaçlıyordu. Orgeneral’in değerlendirmesi Kemalist elitlerin günümüz Türkiye’sini ve dünyaya nasıl algıladıklarının, daha doğrusu, algılayamadıklarının en somut örneklerinden biriydi. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Gezi Parkı Olayları ile ilgili yaptığı açıklamalar bundan pek farklı değildir. Başbakan, bol bol dışarıdaki ve içerideki “mihraklardan” söz etti ve “Faiz Lobisi” gibi anlamı belirsiz bir hayalet sözcükle Türkiye’nin büyük bir “komplo” ile karşı karşıya kaldığını ileri sürdü. Yandaş medya da durmadan komplo teorileri anlatıp durdu. Bazıları hızını alamayıp, “Türkiye karşıtı komplonun” 1860 yılında başladığını ileri sürdü. Ülkemiz Kıbrıs’ta da komplo teorileri her zaman çok revaçta olagelmiştir. Yakın tarihimizin neredeyse bütün trajik olayları komplo teorileri ile izah edilmektedir. Örneğin Kıbrıs Rum toplumunda sürekli olarak “Yabancı Parmak’tan” söz edilir. Buna göre, Temmuz 1974’te yaşananlar “Yabancı Parmağın” eseridir. Benzer biçimde, iki toplumun birbirine girmesi de “dış mihrakların”, “Anglo-Amerikalıların” işi olarak gösterilmektedir. Hatta, günümüzde yaşanan ekonomik kriz bile 2004 referandumunda kullanılan “Hayır” oyunu “cezalandırmak için yaratılmıştır. Bu “komplonun” amacı doğal gaz yataklarına el koymak ve Kıbrıslı Rumlara “kötü bir çözüm” dayatmaktır. Kıbrıs Türk toplumunun okumaları pek farklı değildir. Neredeyse yaşadığımız bütün olumsuzluklar “Büyük ve Karanlık Güçlere” bağlanıyor. Başarısızlıklarımızı günah keçilerine yüklemek, başkalarını suçlamak ve sorumluluktan kaçmak, insanlık tarihi kadar eskidir. Bilindiği üzere ,Adem Havva’yı suçladı, Havva da yılanı. Eski Yunan mitolojisinde dünyaya kötülükleri yayanın Pandora olduğuna inanılıyordu. (Biraz tuhaf değil mi? Başkalarını suçlamak kadınları suçlamakla başladı!) İngilizce günah keçisi anlamına gelen “scape goat, escape, yani “kaçış” fiilinden türetilmiştir. Bütün suçu yüklediğimiz ve böylece kendi sorumluluğumuzdan arındığımız günah keçisini yazar Charlie Campell “elektrik sigortasına” benzetir: “Devre aşırı yüklenir ve sigorta herhangi bir yangını veya sistemde oluşabilecek bir sorunu engellemek için atar. Bunun sonucunda, sigorta yüklenir ve akım eskisi gibi devam edebilir. Sistem olduğu gibi kalır, tamir edilmez. Böylece sorun hiçbir zaman çözülmez. Bu durum, bir dahaki sefere yeniden çağırılacak olan günah keçisi hariç, herkes için uygundur.” Gerçekten de, mahiyeti ne olursa olsun, günah keçisi ile izah edilen hiç bir sorunu çözemeyiz. Bu eşyanın tabiatına aykırıdır. Günah keçisine başvurmak ve başkalarını suçlamak, bırakın sorunu çözmeyi, görmeyi ve anlamayı bile istemediğimizi gösterir. Tam da bu yüzden komplo teorisine başvurmak insanın kavrama kapasitesini sınırlar. Theodore Zeldin’in dediği gibi, “hiçbir şey zekayı günah keçisi arayışı kadar felç etmemiştir.” Kuşkusuz, bireylerin günah keçisi arayışı ile iktidarların günah keçisine yönelmeleri aynı şey değildir. Bireyler, narsistik bir saplantıdan, kendini herkesten üstün ve akıllı görmekten, yani, kendini kandırma kapasitesi yüzünden başkalarını suçlayabilirler. Fakat iktidarların günah keçilerine işaret etmesi, tarihte örneklerini gördüğümüz gibi, Yahudilere, komünistlere, azınlıklara, eşcinsellere vb. çullanması, insanlık tarihinin en karanlık sayfalarının yazılmasına yol açmıştır. Siyaset buraya yönelirse ve halkı hayal ürünü tehditlerle korkutmaya başlarsa, buradan asla hayırlı bir şey çıkmayacağı gibi, sistem arızalıdır demektir. Ve sistemin arızaları gözden kaçırılmak istenmektedir. Tıpkı, büyük şair Kostantinos Kavafis’in “Barbarları Beklerken” adlı şiirinde anlattığı gibi, kent yöneticileri gerçekte olmayan barbarların istilasından söz ederken aslında kendileri için “bir tür çözüm” üretmenin peşindeydiler.