İnsan Kütüphanesi
Hannah Arendt, bireylerin anlatılarını çok önemser. Ünlü düşünüre göre, bireysel tanıklıklar ve anlatılar, insanlığı genel planda ele alan felsefeden farklı olarak, somut insanı kavramamıza yardımcı olurlar.
Birinin gerçekte kim olduğunu, onun biyografik hikayesinde, kendisinin kahramanı olduğu anlatıda öğrenebiliriz.
Bireysel anlatılar aynı zamanda toplumsal olgulara da tanıklık ederler. Nasıl bir toplumsal düzende yaşadığımızı bireylerin hikayelerinden öğrenebiliriz.
Arendt’e göre, anlatılar teorik okumaların zorlayıcı sonuçlarından farklı olarak, bize çeşitli ve birden fazla yorum olanağı sunarlar. Dinleyiciler veya okuyucular dünya görüşlerine ve kendi deneyimlerine bağlı olarak, anlatılardan farklı anlamlar üretebilirler.
Bu açıdan bakıldığında son dönemlerde revaçta olan ‘İnsan Kütüphanesi’ (Human Library) bana oldukça anlamlı geliyor.
Bir kütüphaneye gidip kitap alıp okumak yerine, bir İnsan Kütüphanesine gidip bir insanın hikayesini bizzat kendi ağzından dinleyebilirsiniz.
Böylesi bir kütüphanede, yakınlarını kaybetmiş bir Kıbrıslı Türk ile bir Kıbrıslı Rum’un deneyimlerini kendilerinden dinlediğinizi düşünün!
Ya da Kıbrıs’ta yaşayan ırkçılık kurbanı bir yabancının, örneğin bir siyahın çektiklerini dinlediğinizi…
İnsan Kütüphanesinde ataerki ve seksizm kurbanı kadınların ve eşcinsellerin yaşadıklarını kendi ağızlarından dinleyebilirsiniz…
Dünyanın çeşitli yerlerinde kurulan İnsan Kütüphaneleri büyük ilgi görüyorlar. Böyle bir kütüphaneye gidip ilgi duyduğunuz konuya göre kitap yerine bir insan “ödünç” alıyorsunuz ve hikayesini dinliyorsunuz.
Sizi ilgilendiren bir konuda deneyimsel bilgi sahibi oluyorsunuz.
Doğrusu, böyle bir kütüphanenin Kıbrıs’ta kurulmasını çok arzu ediyorum, çünkü bizim ülkemizde herkes kendi sesini dinliyor ve kulaklarını ötekine kapatıyor. Bu yüzden, empati duygusu gelişmiyor.
Örneğin, bir Kıbrıslı Türk bir Kıbrıslı Rum’un savaş ve göçmenlik anılarını dinlese kendini nasıl hisseder? Düşüncelerinde bir değişiklik olmaz mı?
Ya da bir Kıbrıslı Rum, bir Kıbrıslı Türkün altmışlı yıllarda yaşadıklarını dinleyince hiç mi etkilenmez?
Bugüne kadar yaptığım empati odaklı işler bana insanların etkilendiğini ve algılarını değiştirdiklerini gösteriyor. Yeter ki, ötekini dinleyecek ortam oluşturulsun…
Örneğin Panikos Hrisantus ile birlikte yaptığımız “Duvarımız” ve “Çiçekler ve Kurşunlar” gibi belgeseller, ki bunlar bir bakıma İnsan Kütüphanesi kapsamında görülebilirler, Kıbrıslı Türklerle Kıbrıslı Rumların birbirlerine bakışlarında farklılaşma olabileceğini gösteriyor.
Benzer biçimde, iki taraflı gösteren bir aynayı andıran ve Türkçe ve Yunanca olarak yayınlanan “Bir Hınç ve Şiddet Tarihi” adlı kitabım da Kıbrıs insanlarının uygun ortam olursa birbirlerine karşı empati duygusu geliştirebileceklerini gösteriyor.
İki toplum içinde ve arasında geçen yaşamımda en çok dikkatimi çeken konulardan biri de, birbirlerine karşı fanatik bir tutum sergileyen, yargılayıcı bir dil kullanan kişilerin büyük çoğunluğunun genellikle öteki toplumdan insanlarla yakınlık kurmayan kişiler olduğudur. Hatta, temas kurmaktan ısrarla kaçınıyor olmalardır.
Çünkü onlar da biliyorlar ki, ötekinin yüzünü görmek, hikayesini dinlemek, onu “düşman” imgesinden arındırıp insan olarak yakınımıza getirir.
Evet, Lefkoşa’da bir İnsan Kütüphanesi kurmanın zamanı geldi. Bu konuya, Avrupa Parlamentosu Üyesi olarak da el atmayı düşünüyorum.
İlgi duyan herkesle işbirliğine hazırım…