Gölgelerimiz ve Suretlerimiz
Geçtiğimiz günlerde Derviş Zaim’in Gölgeler ve Suretler adlı filmini Baf ve Limasol’da izleyicilerle buluşturduk. Kültür Başkenti 2017 (Baf), Realto Tiyatrosu ve Kıbrıs Üniversitesinin Beşeri Bilimler Fakültesinin ortak inisiyatifiyle gerçekleştirilen gösterilerde yönetmen Derviş Zaim de hazır bulundu ve izleyicilerle sohbet etti. Bu filmin Kıbrıslı Rumlara gösterilmesini epey zamandır istiyordum. Çünkü, Gölgeler ve Suretler insanın karanlık yüzünü, şiddete yatkınlığını ve bilinçsizce şiddet furyasına katılım eğilimini işlediği kadar, Kıbrıs Rum toplumunun bugüne kadar yüzleşmekten kaçındığı 1960’lı yılların başında yaşanan etnik şiddeti de konu ediyor.
Filmi izleyenler derinden etkilendiler. Bunu gösterdikleri tepkilerde görmek mümkündü. Bazıları övgü sözcükleri kullanırken bile kendilerini anlatma ihtiyacı hissediyordu: “Ben Girneliyim, oradan silah zoruyla kovuldum.” Bazıları da “kaçış şeridine” sapıyordu. Lafa “soldan” girip, “film emperyalizmin rolünden bahsetmiyor” diyerek yüzleşmekten kaçmaya çalışıyordu. Bununla birlikte, filme “dayanan” ve aynaya bakmaktan korkmayanlar az değildi. Örneğin, taksici dedesinin Türkler tarafından öldürdüğünü söyleyen genç adam, “bunda Türklerin bir kabahati yok” diyordu ve devam ediyordu: “Milliyetçi bir Kıbrıslı Rum bir Türk düğününü basarak gelini ve damadı öldürdü. Türkler de intikam için suçsuz günahsız dedemi öldürdüler.” Giderek koyulaşan sohbet yemekte de devam etti. Bir biri arkasına sarsıcı hikayeler ve deneyimler dile getiriliyordu. Adeta herkes bilinçaltını boşaltılıyordu. Bir ara, bizi ağırlayan Kıbrıslı Rumlardan biri kulağıma eğildi ve “bunu yüksek sesle söyleyemem ama sen bilmiş ol, bir Kıbrıslı Rum olarak utanç duyuyorum” dedi. “Utanç duymak sağlıklı bir duygudur, keşke hepimiz birazcık utanabilseydik” diyerek karşılık verdim. Maalesef bu ülkede çatışma ve sorunlarla dolu yarım asrın sorumluluğu her zaman “karşı tarafa” yükleniyor. “Biz” ve “onlar” ayırımına dayalı söylemlerimizde “iyiler” hep “bizim” tarafımızda, “kötüler” ise “onlardan” sayılıyor. Böyle bir inanç, algı ve söylem ortamında uzlaşmaya varmak elbette imkansızdır.
Limasol’daki gösteri de iyi geçti. İzleyiciler salondan ayrılırken epeyce sarsılmış görünüyorlardı. Hemen hemen herkes geçmişte yaşanan acı deneyimlerin üzerinde daha fazla durmak gerektiğini söylüyordu. İzleyicilerden biri, Kıbrıslı Türklerle Rumların “iki rakamın” arkasına saklandığını, Kıbrıslı Türklerin 1964, Kıbrıslı Rumların da 1974 rakamını telaffuz ettiklerini oysa “iki rakamı” da tartışmaya ve yüzleşmeye açmak gerektiğini vurguluyordu. Doğru söze ne denir? Gölgeler ve Suretler bir bakıma bunu yapıyor. Kıbrıslı Rumları 1964’le yüzleşmeye davet ediyor. Öyle anlaşılıyor ki, Kıbrıslı Rum toplumunda 1960’lı yıllarda yaşanan olaylar yavaş yavaş tabu olmaktan çıkıyor. Bunu başka etkinliklerden de biliyorum.
Limasol sokaklarında yürümek başlı başına bir deneyimdi. Ankara Caddesinden Türk semtine saptığımızda zaman içinde bir yolculuğa çıkmış gidiydik. Bazı yerler 1974’te kalmış… Örneğin camide 1974’ten beri hiç kimse ibadet etmemiş, mezarlığa kimse gömülmemiş… Bazı mekanları yaşam çoktan terk etmiş… Bir zamanlar cıvıl cıvıl olan sinema şimdi bir çöp ambarı… Kapının önünde duran kadına sinemanın neden böyle olduğunu soruyoruz. Adının Maro olduğunu söyleyen orta yaşlı kadın anlatmaya başlıyor. Mağusa göçmeniymiş… Babasının Mağusa’da sineması varmış… Limasol’a geldiklerinde babası Türk sinemasının sahibi ile anlaşmış… Elinde imzalı kağıt varmış… 1988 yılına kadar sinemayı çalıştırmışlar, sonra da kapıya kilit vurmuşlar. Limasol belediye başkanı sinema salonunu kültür merkezi yapmak istiyormuş ama anlaşamıyorlarmış… Maro’yu filme davet edip oradan ayrıldık. Gece geç saatte Maro’dan bir telefon mesajı geldi. Gölgeler ve Suretleri izledikten sonra uyuyamıyormuş…
Derviş Zaim’in doğduğu eve de gittik. Kapıyı çaldık. Bizi kibarca karşıladılar. Derviş kapı ve pencereleri, evin odalarını bıraktığı gibi bulunca epeyce şaşırdı. Her şey ihtimamla korunmuş, ev pırıl pırıldı. Kibar ve sevimli hane ahalisiyle sohbet ederken Argaca’dan (Akçay) göç ettiklerini öğreniyoruz. Ben “benimkiler Argaca’da yaşıyor” der demez anılar yağmaya başlıyor…
Türk mahallesinde volta atmaya devam ettik. Bazı evlerden arabesk müzikler yükseliyordu, televizyonlarda ise Türk dizileri oynuyordu. Belli ki, hatırı sayılır bir grup Kıbrıslı Türk Limasol’da yaşıyor. Bir kapının önünde genç, atletik yapılı bir Roma… “Duvara Fenerbahçe yazdın” dedim, “öyle gardaş, ben Fenerliyim” dedi.
Bir zamanlar insan topluluklarına ev sahipliği yapmış boş mekanları dolaşırken veya her biri yüreğinde ayrı bir acı taşıyan insanlarla konuşurken bir kez daha emin oldum ki, yüzleşmediğimiz sürece “Gölgelerle Suretler” bir hayalet gibi hep peşimizden gelecek…