Bir Hatırlatma: Türkiye “İki Devlet” Dediğinde Sonu Ne Oldu?
1996 yılının Aralık ayında Lüksemburg’ta toplanan AB Konseyi, Türkiye’yi AB üyeliğine aday ülke olarak kabul etmediğini açıkladı. Dönemin ABD yönetiminin bütün çabalarına rağmen, AB’li liderler boyun eğmedi ve Türkiye ile ABD’nin isteğini geri çevirdi. Hatta o dönemin güçlü liderlerinden Almanya Şansölyesi Helmut Kohl, ABD başkanı Clinton’a sert çıkışmış, biz ABD’nin memurları değiliz anlamına gelen sözler sarf etmişti.
AB’nin bu kararı Türkiye’de ciddi bir düş kırıklığına yol açtı. Ankara, sert tepki göstermeye kararlıydı. Ve sonunda tepkisini Kıbrıs üstünden gösterdi.
Rauf Denktaş’ın 1974’ten beri ısrarla talep ettiği ve Türkiye’nin de ısrarla reddettiği iki devletli çözüm (konfederasyon) bir anda Türkiye’nin resmi politikası oluverdi.
Kuşkusuz buna en çok Denktaş sevindi. Yazdıkları bunu gösteriyor: “1997’de TC Hükümeti nihayet gerçekçi bir vizyon ile sahaya indi. (…) Konfederasyon’u gündeme getirdik. (…) 1997’ye kadar TC ile müşterek bir vizyon eksikliği, görüşmeci olarak benim işimi zorlaştırmaktaydı.”
Gelgelelim, üstü kapalı konfederasyon konuşmaktan resmen konfederasyon konuşmaya başlamak, Denktaş’ın işini hiç de kolaylaştırmadı. Hatta giderek Kıbrıslı Türk lideri daha zor duruma düşürdü.
O günlerde Kıbrıs Rum tarafı AB yolunda ilerliyordu. Türk tarafı ise Kıbrıs’ın AB’ye üye olamayacağını söylüyordu ve KKTC tanınmadan özlü görüşmelere yanaşmıyordu. Nitekim Kofi Annan 9 Temmuz 1997 tarihinde New York yakınlarındaki Trautbeck’te iki tarafı bir araya getirdiğinde, Türk tarafı “KKTC’nin tanınması”, “iki devletli çözüm”ve “Türkiye AB üyesi olana kadar Kıbrıs’ın AB’ye üyelik sürecinin dondurulması” tezlerini savunuyordu.
Bu tutum, 11-15 Ağustos 1997 tarihlerinde İsviçre’nin Glion şehrinde yapılan görüşmelerde de devam etti.
Bu arada, 6 Ağustos 1997 tarihinde TC ile KKTC’nin yayınladığı ortak deklarasyonda KKTC’nin tanınması, iki egemen devletin ortaklığına dayalı konfederal bir düzenin kurulması ve Kıbrıs’ın AB’ye üyelik sürecinin dondurulması yeniden vurgulandı.
Benzer bir deklarasyon da 23 Nisan 1998 tarihinde Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ve Rauf Denktaş arasında imzalandı. Demirel’in “bunun altına inmek yoktur” diyerek imzaladığı ortak açıklamada, “Kıbrıs’ta bugün eşit iki ayrı halk, devlet ve demokratik yönetim mevcuttur. Kıbrıs’taki bu gerçekler ile Kıbrıs Türk halkının egemenlik hakları kabul edilmedikçe kalıcı bir çözüme ulaşılamaz” deniyordu.
Kısacası, Temmuz 1974’te Birinci Cenevre görüşmelerinde “Kıbrıs’ta fiilen iki muhtar idare vardır” diyen Türk tarafı, zaman içinde “iki halk, iki ayrı demokratik yönetim” demeye başladı ve sonunda da “iki-devlet” tezine ulaştı.
Çıtanın giderek daha yükseğe konulmasından Rauf Denktaş elbette memnundu.
Fakat Kıbrıs Rum tarafı daha çok memnundu.
BM kararları ve parametreleri dışında hareket eden bir Türk tarafı, AB yolunda ilerleyen Kıbrıslı Rumların işini kolaylaştırıyor, Türkiye’nin AB yolculuğunu ise zorlaştırıyordu.
Bunun farkında olan Amerikan yönetimi, Türkiye’nin AB’ye demir atması için Kıbrıs engelini ortadan kaldırmak umuduyla “diplomasi cambazı” Richard Holbrook’u devreye soktu. Amerikalı diplomat adaya düzenlediği kısa bir ziyaretten sonra teşhisini koydu: “Rauf Denktaş ile çözüm olmaz!”
Sonunda, Avrupa Birliği 1999 Aralık zirvesinde tarihi bir karar alarak Türkiye’nin AB’ye üye olmaya aday olduğunu kabul etti. Karşılığında da Kıbrıs’ın önünde bir engel olarak duran “önce çözüm” tezinden vaz geçti ve çözüm olmadan da Kıbrıs’ın üye olabileceğini açıkladı.
Türkiye’nin AB’den aldığı üyelik perspektifi ülkeyi ikiye böldü. Bir tarafta Türkiye’nin AB yolunda ilerlemesini istemeyenler, ki bunlar Kıbrıs’ta “iki devletli çözüm” modelini savunuyordu, diğer tarafta da ülkenin geleceğini AB’de gören ve bunun Kıbrıs’ta federal bir devlete “evet” demekten geçtiğini bilen siyasal ve toplumsal güçler…
AKP iktidara geldiğinde (2002) Türkiye’nin AB üyeliğini stratejik amaç olarak benimsediğini açıkladı ve Kıbrıs Sorununun Belçika modeli federal devlet modeliyle çözülebileceğini ileri sürdü. Kısacası, bir an önce AB ile üyelik müzakerelerine başlamak isteyen Birinci AKP Hükümeti, iki-devletli çözümü çöpe attı. Fakat bunu Kıbrıs’ın resmen AB üyesi olduğu 17 Nisan 2003 tarihine kadar yapamadı.
Rauf Denktaş ve Türkiye’deki asker-sivil destekçileri iki-devletlilik konusunda direnmeye devam ediyordu ve tecrübesiz AKP hükümetini köşeye sıkıştırmayı başarmışlardı.
AKP hükümeti Kıbrıslı Türklerin yardımıyla bu engeli aşıp Annan Planına “evet” dediği 2004 Nisanında ise artık çok geçti. Kıbrıslı Rumlar halihazırda bütün Kıbrıs adına AB üyesi olmuşlardı.
Açıkçası, iki-devletlilikte ısrar etmek Kıbrıslı Türklere çok büyük zararlar verdiği gibi, bu ısrar sonucunda Kıbrıslı Rumların Kıbrıs adına tek başına AB üyesi olmaları, Türkiye’nin AB yolunda ilerlemesinin önüne de ciddi engeller dikti.
Şimdi tarih adeta tekerrür ediyor -tarih ancak geçmişten ders almadığımızda tekerrür eder-. Yine iki-devletlilikten söz ediliyor. Kıbrıslı Türkleri tamamen AB’nin dışına atacak ve Türkiye’nin AB ile ilişkilerine olumsuz yönde yansıyacağı kesin olan bu umutsuz vakayı maalesef günümüzün AKP hükümeti de savunuyor ya da savunuyormuş gibi görünüyor.
Geçmişte olduğu gibi, bugün de bu tez olsa olsa Kıbrıslı Türklerle siyasi eşitlik temelinde kurulacak federal bir devlet çatısı altında yer almak istemeyen Kıbrıslı Rumlara yarayacak.
Şimdi olmayacak bu duaya “emin” demek niye?
Kıbrıslı Türklerin çaresizliğini daha da çoğaltmaktan başka hiçbir işe yaramayacak bu hamaset söyleminde zerre kadar akıl yok!
Annan Planı sürecinde yaşananları tekrarlayıp bir kez daha geç kalmadan akıl yoluna dönmekte sonsuz yarar vardır…
Kaynak: Bir Hatırlatma: Türkiye “İki Devlet” Dediğinde Sonu Ne Oldu? – Niyazi Kızılyürek