AKP’nin Kıbrıslı Türklere “Çözüm Borcu” Var
Bugünlerde Ukrayna’da önemli gelişmeler yaşanıyor. Yüzbinlerce insan her gün sokaklara dökülerek hükümeti eleştiriyor. Protesto eylemlerinin nedeni Ukraynalıları Avrupa Birliği perspektifinden yoksun bırakmak isteyen ve Rusya ile yakınlaşmayı AB’ye tercih eden hükümetin tavrıdır.
Rusya yerine AB ile yakınlaşmak istedikleri için sokaklara dökülen Ukraynalıları görünce aklıma 2002-2003 yıllarında sokaklara dökülen Kıbrıslı Türkler geldi. O günlerde Kıbrıs AB üyesi olma yolunda süratle ilerliyordu. Büyük kalabalıklar halinde sokaklara dökülen Kıbrıslı Türkler AB üyesi olmak istediklerini haykırıyorlardı.
Bunun Kıbrıs Sorununun çözümünden geçtiğini bildikleri için de AB üyeliğini Kıbrıs Sorununun çözümü ile sentezlemişlerdi. Ne var ki, Kıbrıslı Türklerin ‘AB-Çözüm-Sentezi’ AB yerine Türkiye ile yakınlaşmayı tercih eden Rauf Denktaş engeline takılıyordu.
Kıbrıslı Türkler bunun için sokaklara dökülüyorlardı. Tıpkı bugün Ukrayna hükümetini protesto eden Ukraynalılar gibi, Kıbrıslı Türkler de o günlerde onları AB perspektifinden yoksun bırakmak isteyen liderlerini kınıyorlardı. Ne var ki, o dönemde bazı önemli ayrıntılar dikkatlerden kaçmıştı.
Rauf Denktaş’ın kesin ve keskin tavrı yüzünden Kıbrıslı Türkler hem çözümden hem AB üyeliğinden mahrum bırakılmışlardı ama bu tarihi yanlışın tek sorumlusu Rauf Denktaş değildi. Bunda AKP hükümeti de büyük sorumluluk sahibi idi.
Makarayı geri sararak hatırlamaya çalışalım. 2002 yılının sonunda AB tarihinin en büyük genişleme politikasını gerçekleştirmeye hazırlanıyordu. Tam on yeni ülke AB üyesi olacaktı. Bunlar arasında Kıbrıs da vardı. Bu yüzden bütün dünyanın dikkati Kopenhag’da yapılan tarihi AB Zirvesine çevrilmişti.
Diplomatların fırıldak gibi döndüğü koridorların bir köşesinde BM Kıbrıs “Çözüm Masasını” kurmuş, tarafların o köşeye giderek Annan Planını imzalamalarını bekliyordu. Rauf Denktaş Kopenhag yerine Ankara’ya gitmeyi tercih etmişti. Hastaydı. Fakat sağlığı yerinde olsaydı da Kopenhag’a gitmeyeceği kesindi.
Kıbrıs Rum tarafı ise başta cumhurbaşkanı Glafkos Kliridis olmak üzere, tam takım oradaydı. Türk tarafının ‘evet’ demesi halinde Annan Planını kabul etmek zorunda olduklarını bilen Kıbrıslı Rum siyaset adamları oldukça tedirgindi. Denktaş’ın Kopenhag’a gitmemesi onları kısmen rahatlatmıştı ama yine de telaş içindeydiler.
Yanlarına uğrayan Yunanistan başbakanı Kostas Simitis’in sözleri tedirginliklerini daha da artırmıştı. Simitis, Türkiye’nin AB ile müzakerelere başlamak istediğini ve tarih almak için Fransa, Almanya ve İngiltere ile sıkı bir pazarlık yaptığını, eğer Türkiye istediğini alırsa Annan Planını kabul edeceğini, bu durumda Kıbrıslı Rumların planı kabul etmekten başka bir şanslarının olmayacağını söyledi. Gerçekten de, 28 Şubat darbesinde büyük yara alan AKP kadroları bütün dikkatlerini AB’ye çevirmiş, müzakere tarihi alabilmek için yoğun bir çaba içindeydiler.
Sonunda Fransa ve Almanya engeli aşılamadı ve Türkiye AB ile müzakerelere başlama tarihi alamadı. Haber Kıbrıs Rum heyetine ulaşınca herkes derin bir nefes aldı. Glafkos Kliridis, kendinden emin bir edayla Markidis’e “sen yine de BM masasına uğra, bizim Annan Planını imzalamaya hazır olduğumuzu söyle” diyerek Markidis’i Alvaro de Soto’nun bulunduğu “Kıbrıs Köşesine” gönderdi. De Soto Markidis’i görünce, Türk tarafının tavrında herhangi bir değişiklik olmadığını söyleyip, boşuna beklememesini tavsiye etti. Markidis de geldiği gibi geri döndü. Böylece, Kıbrıs Sorunu çözülmeden Kıbrıslı Rumlar bütün ada adına AB üyesi oldular ve AB üyeliği arifesinde çözüm baskısından kurtuldular.
AB dışında kalan Kıbrıslı Türkler ise derin bir şok yaşadılar. Maalesef bu tarihi fırsatın heba edilmesi sadece Rauf Denktaş’a fatura edildi. Oysa AKP hükümeti AB ile pazarlık yapmış, istediğini elde edemeyince de Annan Planını reddetmişti.
Başka türlü söylersek, AKP hükümeti AB’den istediğini alamayınca, Kıbrıslı Türklerin talep ve isteklerini görmezden gelmişti. 2004 yılında Annan Planına ‘evet’ dediğinde atı alan Üsküdar’ı çoktan geçmişti. Nitekim Kofi Annan Güvenlik Konseyi’ne sunduğu raporda bu gerçeği açıkça ifade etmişti. BM Genel Sekreteri fırsat penceresi açıkken Türk tarafının bunu değerlendirmediğini, ‘evete’ yöneldiğinde ise artık Kıbrıslı Rumların çözüm motivasyonunun kalmadığını belirterek Türk tarafının geç kaldığını belirtmişti.
Gerçekten de Kıbrıslı Rumlar 1974’ten beri çaresizlik içinde kıvrandıkları Türkiye karşısında ilk defa önemli bir başarı elde etmişlerdi ve Annan Planına ‘evet’ demek için pek bir nedenleri kalmamıştı. Bu yüzden Tasso Papadopoullos onları kolayca ‘Ohi’ye’ yönlendirebilmişti.
Başka türlü söylersek, aslında 2002 yılının sonunda Kopenhag’da açılan çözüm penceresi 2003 yılının Mart ayında Lahey’de kapanmıştı ve AKP bu fırsatı değrelendir(e)memşti. Nitekim daha sonra Abdullah Gül, bugünkü tecrübem olsaydı, Kıbrıs Sorununu o gün çözerdim diyecekti.
Kıbrıslı Türklerin büyük düş kırıklıklarına rağmen çözüm iradelerini korumaları ve 2004 yılında Annan Planına “evet” demeleri AKP’ye yaradı. Kıbrıslı Türklerin “evet” oyu sayesinde AKP istediğini elde etti ve AB ile müzakerelere başladı. Tanrı bundan sonradır ki AKP’ye “yürü ya kulum” dedi. AKP de yürüdü ve Kemalist devleti yapı-bozumuna uğratmaya yöneldi.
Şimdi Kıbrıs Sorununun çözümü için yeni bir fırsat penceresinin açıldığından söz ediliyor. Bu, ayni zamanda AKP’nin Kıbrıslı Türklere olan ‘çözüm borcunu’ ödemesi için bir fırsattır. AKP hükümetinin 2002-2003 döneminde Ergenokoncular tarafından kuşatıldığını ve darbe korkusu içinde yaşadığını biliyoruz. Fakat durum artık bütünüyle değişti. Ergenokoncular hapishanede yatıyor. Açıkçası geçtiğimiz zaman dilimi içinde AKP bu “borcunu” ödeyecek kadar zenginledi.
Kıbrıslı Türkler sayesinde eli rahatladı. Umalım, bu sefer doğal gaz hatırına yeni bir manevra ile karşı karşıya kalmayız ve AKP istediğini alamazsa bir kez daha tarihin, siyasetin, ekonominin ve hukukun dışında kalmaya mahkûm olmayız.
“Peki, ya Kıbrıslı Rumlara ne demeli” diye sitem edeceklere hemen söyleyelim: Başkalarının “borcunu” ileri sürerek kendi “borcunuzu” inkâr edemezsiniz…
Kaynak: AKP’nin Kıbrıslı Türklere “Çözüm Borcu” Var – Niyazi Kızılyürek