Müzakereler Başlarken
Müzakerelerin ‘start’ alması zor oldu. Taraflar epeydir bir metin etrafında manevra yapıyor, kelimelerle adeta kavga ediyorlardı. Sonunda Amerikalılar ve başkalarının devreye girmesiyle ortaya iki tarafın da kabul ettiği, daha doğrusu kabul etmek zorunda kaldığı bir metin çıktı. Böylece tarafların mutabakat belgelerinin sayısı artmış oldu. Artık Denktaş-Makarios, Denktaş Kiprianou, Talat-Papadopoullos, Talat-Hristofyas mutabakatlarına Eroğlu-Anastasiadis ‘Ortak Açıklaması’ da eklendi. Bu sıralamayı Eroğlu-Anastasiadis anlaşmanın önemini azaltmak için yapmıyorum. Sadece bazı metinlerin altına imza atmanın yeterli olmadığını hatırlatmak istedim.
Yeni müzakere sürecinin kolay olmayacağı konusunda herkes hemfikir olmakla beraber, sürecin olumlu sonlanacağı konusunda umutlu olanların sayısı az değil. Doğal gaz, bölgesel gelişmeler, Kıbrıs Rum toplumunun yaşadığı ekonomik kriz, ABD’nin Türkiye-İsrail-Kıbrıs üçgeninde işbirliğine verdiği önem vs. gibi argümanlar çözüm umutlarını artırıyor. Ayrıca, müzakerelerin başlamasını bir uçağın havalanmasına benzetirsek, uçağın sonunda iniş yapacağı ve bunun için önünde sadece iki pisttin olduğu söylenebilir: uçak ya Federal pistte ya da Temelli Bölünme pistine inecek…
Bu konuda uluslararası toplulukta kimsenin şüphesi yok. Bulunacak çözümün iki toplumun ayrı ayrı onayına sunulması haklı olarak akıllara 2004 senaryosunun tekrarlanıp tekrarlanmayacağı sorusunu getiriyor. Kıbrıs Rum toplumunda Ret Cephesi daha şimdiden çözümsüzlük çarklarını döndürmeye başladı. DİKO’nun başkanı Nikolas Papadopoullos Ortak Açıklamanın “Annan Planının ruhunu taşıdığı için kabul edilmez” olduğunu söylüyor.
EDEK başkanı Yannakis Omirou da metnin “konfederasyon” içerdiğini ve bir zamanlar “Suriye ile Mısır arasında kurulan Birleşik Arap Cumhuriyeti Konfederasyonuna benzeyen bir konfederasyonun kurulacağını” ileri sürüyor.
Yorgos Lillikas ise Anastasiadis’i derhal istifa etmeye çağırdı. Federasyon karşıtı basın da üstüne düşeni yapıyor… Fakat Kıbrıs Rum toplumu 2004’teki toplum değil. Derin bir ekonomik kriz yaşayan ve önemli ölçüde özgüven kaybına uğrayan Kıbrıslı Rumlar arasında çözümü can simidi olarak görenlerin sayısı az değil. Ayrıca, uzun yıllardan sonra ilk defa toplam seçmenlerin %70’ini temsil eden AKEL ve DİSİ ortak açıklama ve çözüm konusunda olumlu ve kararlı bir tutum sergiliyorlar.
Sarayda oturan kişi de Tassos Papadopoullos gibi ‘yeminli’ bir federasyon karşıtı değil… 2004 yılında Baf metropoliti iken “aç Türklerin karnının mı doyuracağız” diyerek Annan Planına karşı çıkan günümüzün Başpiskoposu II. Hrisostomos şu ana kadar olumsuz bir açıklama yapmadı. Geçtiğimiz aylarda doğal gazın Türkiye’ye satılmasına karşı olmadığını açıklamıştı… Bütün bunlar müzakerelerin olumlu sonuçlanmasını garanti etmez elbette. Müzakere masasında nasıl bir tavır takınılacağı fevkalade önemlidir. Bu yüzden müzakerecilerin dikkat etmesi gereken bazı hususları buraya aktarmakta yarar var:
Başarılı müzakere demek, girdiğiniz gibi çıkmadığınız ya da farklı girip farklı çıktığınız müzakere sürecidir. Belli bir metne sadık kalmakta ısrar ederseniz, bu müzakere olmaz, slogan haykırmak olur. Yapıcı bir müzakere sürecinde başlangıçtaki taleplerinizi iki tarafın lehine olabilecek şekilde değiştirebilmelisiniz.
Taleplerinizi ve başlangıçtaki tavrınızı değiştirmek ‘taviz’ olarak algılanmamalıdır. Tavrınızı sahici olarak gözden geçirmek, müzakere sürecinde ortaya çıkan yeni bilgi ve bulgular ışığında yapılmalıdır.
Müzakerecileri teknik bilgiyle desteklemek her zaman yararlıdır. Fakat çözüm iki tarafı temsil eden müzakereciler tarafından bulunacaktır.
Herhangi bir anlaşmaya varmak için müzakere etmek başka bir şeydir, bir devlet kurmak için müzakere etmek bambaşka bir şey… Devlet yapısını örgütlemek son derece hassas ve karmaşık bir konudur. İşleyebilir bir devlet yapısı oluşturmaya öncelik verilmelidir. İşleyebilir bir devlet kurulmazsa, hakların hayata geçirilmesi mümkün olmaz.
Müzakerelerin başarılı olması için iç ve dış siyasi ortamın istikrarlı olması gerekiyor. Uluslararası alanda ve içeride ortaya çıkacak olası siyasi istikrarsızlıklar müzakerelerin dinamiğini olumsuz yönde etkiler, hatta müzakerelerin kesilmesine yol açabilir.
Müzakerelerin yapıldığı siyasi ortam uzun süreli olarak istikrarlı olamayacağından, yaratıcı müzakere zamanı her zaman sınırlıdır. Bu zaman dilimi içinde sonuç alınmazsa, daha sonra sonuca ulaşmak iyice güçleşir.
Müzakereler dışarıdan kaynaklana taleplerin töhmeti altına sokulmamalıdır. Ne de üçüncü bir devletin iç ve dış politik hesaplarına alet edilmelidir. Başka türlü söylersek, müzakereler özerk dinamiğini korumalı ve müzakere edilen konuların dışında kalan sorunların çözümüne dönük bir fırsat olarak görülmemelidir.
Yukarıya aktardığımız ‘müzakere ilkeleri’ Mihalis Dekleris’ten alındı. Anayasa profesörü olan Dekleris 1972-74 yılları arasında yapılan Genişletilmiş Kıbrıs Görüşmelerinde Yunanistan’ı temsil ediyordu ve bu vesileyle de Kıbrıs görüşmelerini yakından izleme şansı bulmuştu. Dekleris’in önerdiği “yaratıcı zamanı iyi kullanmak”, müzakere sürecinde “esneklik” göstermek ve tarafların ileri sürdükleri tezleri gözden geçirmeleri, bazı istisnalar dışında, bugüne kadar Kıbrıs müzakerecilerinin pek başvurduğu yöntemler olmadı. 1968 yılından beri devam eden müzakerelerin olumlu bir sonuca ulaşılmamasının bir nedeni de budur. Umarız bu sefer farklı olur diyelim ve müzakerecilere zihin açıklığı ile bol şanslar dileyelim…