Aleksandros Hastaneye…
“Aleksandros Hastaneye, Ayşe Tatile”
1974 Temmuzunun Anatomisi
Makarios’a daha sonra herkes aynı soruyu soracaktı: “Neden darbeye karşı önlem almadınız?” O da hep aynı yanıtı verecekti: “Helen olan hiç kimsenin bana darbe yapacağına inanmıyordum.” Ve ekliyordu: “bu kadar az insanın bu kadar büyük bir felakete yol açtığı dünyada nadir görülmüştür”.
15 Temmuz 1974 sabahı saat tam 8.17’de Kıbrıs’ta Yunan Alayında görevli Albay Georkitsis’in Yunan Genelkurmay Başkanlığına gönderdiği mesajda Kıbrıs tarihinin akışını değiştiren üç kelime yer alıyordu: “Aleksandros Hastaneye Yattı”. Bu şifreli mesajın anlamı açıktı: “Kıbrıs’ta darbe başlamıştır!”
15 Temmuz 1974 tarihinde, bir Pazartesi günü, Yunan Cuntası’nın emriyle Milli Muhafız kuvvetlerinin tankları Makarios’un sarayına yürüdü ve darbeciler kısa süre içinde yönetimi ele geçirdiler. Makarios’un yerini almak üzere cumhurbaşkanlığı teklif yapılan herkes teklifi reddedince, Nikos Samson “Cumhurbaşkanı” ilan edildi ve solcu güçlerle Makariosçu’ların tutuklanmasına geçildi. Radyo “Makarios Öldü” diye anons yapsa da, darbeden kurtularak Baf’a, oradan da İngiliz üsleri üstünden yurt dışına giden Makarios, Baf’ta yayın yapan yerel bir radyodan Kıbrıs Rum halkına seslenerek “Ölmedim, Yaşıyorum” dedi.
Darbe aslında göstere göstere geliyordu. Özellikle Yunan Cuntası içinde iktidar el değiştirip (Kasım 1973) Makarios ile iyi ilişkiler kurmaya çalışan Yorgos Papadopoullos’un yerine Makarios’tan nefret eden Albay Dimitrisİonnidis iktidarı tekeline alınca, darbe an meselesiydi. Nitekim Atina’da 1974 yılının Şubat ve Mart aylarında İonnidis başkanlığında üst üste yapılan toplantılarda darbe konusu görüşülmüş ve Nisan ayında nihai karar alınmıştı. İonnidis bu toplantılarda “CIA’in kendisine Türklerin müdahale yapmayacağı konusunda güvence verdiğini” iddia ederek çalışma arkadaşlarını ikna etmişti. Oysa Yunanistan’ın Ankara Büyükelçisi DimitrisKosmatopoullos, Yunan Cunta’sını Ankara’nın olası bir darbe karşısında tavrının ne olacağı konusunda bilgilendirmişti. Kosmatopoullos, Ankara’da görüştüğü bir Türk generalinin kendisine kesin bir dille, “Eğer Kıbrıs’ta anayasal düzeni silah zoruyla bozmaya kalkarlarsa, onları denize dökeceğiz” dediğini Atina’ya bildirmişti.
Makarios, kendisine darbe yapılacağını, hatta darbenin tarihini bile bildiği halde nedense bunu ciddiye almıyordu. Yunanistan Cumhurbaşkanı Gizikis’e gönderdiği 2 Temmuz 1974 tarihli bir mektupla Kıbrıs’ta görev yapan Yunan askerlerinin adadan çekilmesini talep ettiğinde, Cunta aynı gün henüz daha Makarios’un mektubunu almadan 15 Temmuz’da darbe yapılması için düğmeye basmış bulunuyordu. Makarios, Gizikis’e gönderdiği mektubun bir nüshasını Paris’te sürgünde bulunan Konstantinos Karamanlis’e ulaştığında kurt politikacının ağzından şu sözcükler dökülmüştü: “şimdi ona darbe yapacakları kesindir, tedbir aldı mı?” Yunanistan’ın dışişleri eski bakanlarından Averof ordu içindeki bağlantıları sayesinde İonnidis’in 15 Temmuz 1974 tarihinde darbe yapma kararı aldığını öğrenmiş ve bunu Kıbrıs’ın Atina Büyükelçisi Nikos Kranidiotis’e bildirmişti. Kranidiotis bu bilgiyi Makarios’a aktarmış ve durumun ciddiyetini iyice anlaması için Makarios’a elden de bir mesaj göndermeyi denemişti. O sıralar Atina’da bulunan ve Makarios’a yakınlığıyla bilinen Manglis adlı işadamından ziyaretini yarım keserek Makarios’a ulaşıp, bu bilgileri ona şahsen bildirmesini istemişti. Bunun üzerine Manglis Kıbrıs’a dönerek Makarios’tan derhal randevu talep etmişti ama Makarios, Manglis’i kabul etmekte acele etmiyordu. Ona Pazartesi sabahına randevu vermişti. Yani, darbenin yapılacağı saatlere…
15 Temmuz sabahı saatler 7.45 gösterdiğinde Makarios sarayında Mısır’dan gelen bir çocuk kafilesini misafir ediyordu. İlk silah seslerini duyduğunda aklına darbe filan gelmemişti. Çocuklara, “lütfen konuşmaya devam edin” diyordu. Az sonra sarayın her tarafına kurşun yağmaya başladı ve tanklar sarayın kapısına dayandı. Bahçeye açılan arka kapıdan kaçmak zorunda kalan Mokarios ve üç koruması, yoldan geçen bir arabayı çevirerek Kikko Manastırına, oradan da doğum yeri olan Baf’a intikal ettiler. Sonra İngiliz üslerinden kalkan bir kargo uçağı onu Malta’ya ulaştırdı. Geceydi. Bir dükkan açtırılarak Makarios’a pijama filan tedarik edildi. Ertesi gün Londra’ya geçti. Makarios’a daha sonra herkes aynı soruyu soracaktı: “Neden darbeye karşı önlem almadınız?” O da hep aynı yanıtı verecekti: “Helen olan hiç kimsenin bana darbe yapacağına inanmıyordum.” Ve ekliyordu: “bu kadar az insanın bu kadar büyük bir felakete yol açtığı dünyada nadir görülmüştür”.
Oysa başta Dimtris İoannidis ve Yorgos Grivas olmak üzere, Makarios’a darbe yapacak epeyce “Süper-Helen” vardı.
15 Temmuz Darbesine götüren süreç uzun ve karmaşıktır. Bu süreci Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşuna kadar geri götürmek mümkündür. 1955-59 yılları arasında Enosis için savaşan Kıbrıs Rum toplumu Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla birlikte kendi içinde bölünmüş, adeta iç savaş ortamına sürüklenmişti. Grivas, Makarios’a karşı sert eleştiriler yağdırıyordu ve bu durum, EOKA üyelerini ikiye bölüyordu. Daha düne kadar birlikte savaşan EOKA üyeleri şimdi “Makariosçular” ve “Grivasçılar” olarak düşman kamplara ayrılmışlardı. Hatta Makarios’un yanında yer alan güçlü içişleri bakanı Polikarpos Yorgacis, Makrios karşıtı EOKA üyelerinden birkaç kişiyi öldürtmüş, iki kesimin arasına kan girmişti. Makarios’un Enosise ihanet ettiğini ileri süren çeşitli gruplar ortaya çıkmıştı. Oysa Zürih ve Londra anlaşmaları gerçekte Grivas kadar Makarios’un da içine sinmemişti. “haksızlık” olarak değerlendiren Kıbrıs Anlaşmalarından kurtulmak, Grivas kadar Makarios’u da meşgul ediyordu. Fakat izlenecek taktik konusunda aralarında derin görüş ayrılıkları vardı. Grivas, derhal Enosis ilan etmekten yanaydı ve Türkiye’nin adaya müdahale edebileceğine inanmıyordu. Makarios ise aşamalı bir süreç sonunda Enosise ulaşmayı amaçlıyordu. Nitekim kendisinin onayı ile kurulan AKRİTAS yeraltı teşkilatının hazırladığı ve asıl adı “Son Siyasi Gelişmeler” olan ama AKRTİTAS PLANI olarak bilinen planda dört ayrı aşamadan söz ediliyordu:
“A) Öncelikle anlaşmaların olumsuz unsurlarından ve buna paralel olarak Garanti ve İttifak anlaşmalarından kurtulmak gerekecek. B) Bu gelişmeden sonra Garanti Anlaşması ve haliyle tek taraflı müdahale hakkı geçersiz olacak. C) Kıbrıs,self-determinasyon hakkının kullanılmasını sınırlandıran unsurlardan(Garanti ve İttifak anlaşması) kurtulunca,halk arzu ve isteğini serbestçe ifade edip gerçekleştirebilecek. Ç) İç ve dış müdahalelere devletin yasal güçleri tarafından karşı konulacak. Bu süreçte başarılı olabilmek için sürecin bir aşaması tamamlanmadan diğer aşamalarından söz edilmeyecek. Örneğin son aşama önceden açıklanırsa, o zaman birinci aşamada dile getirilen“devletin daha iyi işlemesi için anayasal değişiklikler yapmak gerektiği argümanı inandırıcı olamaz.”
Makarios, 30 Kasım 1963 tarihinde Kıbrıs anayasası değişiklik önerilerini sunarak planda öngörülen “birinci aşama” da başlatılmış oldu. Nitekim Yunan Genel Kurmay Başkanlığı tarafından hazırlanan ve 6 Aralık 1963 tarihinde Genel Kurmay Başkanı I. Pipilis tarafından Yunan Milli Savunma Bakanlığına gönderilen Kıbrıs Raporunda yer alıyordu. “Yunan hükümetinin planla ilgili karşıt görüşlerine rağmen “Makarios Planı” 30 Kasım 1963 tarihinde Makarios’un Dr.Küçük’e 13 maddelik anayasa değişikliği önermesiyle uygulanmaya başlanmıştır” deniyordu. Yunan Genel Kurmay Başkanının imzasını taşıyan raporda sözü edilen “Makarios Planı”, “Akritas Planı” planından başka bir şey değildi. Bu da anayasa değişikliği önerisinin sadece “devlet mekanizmasını daha iyi işletmek” için yapılmış “masum” bir girişim olmadığını, daha büyük bir planın ilk aşaması olduğunu açıkça gözler önüne seriyor.
İki toplum arasında devam eden çatışmalar Kıbrıs Rum toplumunda “milli birlik” sağlanmasına yardımcı olmuşsa da, 1964 yılı boyunca devam eden çatışmalarda “dördüncü aşamaya”, yani Enosise ulaşmak mümkün olamadı. Bunda Kıbrıslı Türklerin karşı koyuşu ve direnişi kadar, Türkiye’nin adaya müdahale tehditlerinin de etkisi oldu. Makarios 1964-67 yılları arasında bütün çözüm önerilerini -Acheson Planı, 1966’da imzalanan Türk-Yunan protokolü vs.- geri çeviriyor ve “Saf Enosis” peşinde koşuyordu. Enosis karşılığında Türkiye’ye adada askeri üs verilmesini reddediyordu. Ne var ki, Makarios’un bütün çabalarına rağmen “Saf Enosis” kapısı açılmadı. 1967 yılında Köfünye köyüne düzenlenen saldırıyla birlikte Türkiye Kıbrıs’a konuşlandırılan Yunan alayının ve Yorgos Grivas’ın derhal ülkeyi terk etmelerini istedi ve bunda da başarılı oldu. Böylece, 1963 yılının sonunda yeniden açılan Enosis sayfası 1967 Köfünye saldırıyla kapanacak ve Makarios halkının karşısına geçip, Enosisin “gerçekleşebilir” olmadığını açıklayacaktı. Kıbrıslı Rumlara Enosisi kalplerine gömmeyi ve bağımsız Kıbrıs Cumhuriyetine sahip çıkmalarını salık veriyordu. Bu tarihi açıklamayla Kıbrıs Rum toplumunun bir asırdan beri hayallerini süsleyen Enosis tarihe karışıyordu. Fakat Enosisi kalplerine gömmek istemeyenler hiç de az değildi. En başta da Yorgos Grivas… Nitekim Makarios’un tarihi açıklamasını “ihanet” olarak görüyor ve Enosisin gerçekleştirilebilir olduğunu ama Makarios’un bunu istemediğini ileri sürecekti. Bununla da yetinmeyecek ve 1971 yılının Ağustos ayında gözaltında bulunduğu Atina’daki evinden kaçarak Kıbrıs’a gelecekti. Limasol’a yerleşen Grivas EOKA B adlı gizli örgütü kurarak İncil ve silah üzerinde Enosis yemini yaptı. EOKA B, amacını Makarios’u “Enosis” politikasına zorlamak olarak açıkladı ve ilk iş olarak silah tedarik etmeye koyuldu. 1972 yılının Ocak ayında başlayan silahlı eylemlerin esas amacı silah ve patlayıcı tedarik etmekti. Makarios, giderek yükselen gerginlik ve Yunan Cuntasının dayatmaları karşısında Grivas ile görüşmeye karar verdi. Limasol’daki sığınağında yaşayan Grivas’a gönderdiği bir mektupla onu “iç sorunları ve milli davanın geleceğini” görüşmek üzere toplantıya çağırdı.
Halkın “Grivasçılar” ve “Makariosçular” olarak ikiye bölündüğünü ileri süren Makarios, “halkı birleştireceğimize, bölünmenin sembolleri haline geldik” diyordu. 26 Mart 1972 tarihinde gerçekleşen görüşmede Makarios, Grivas’a, Yunan hükümetinin Kıbrıs’a dayatmak istediği “kabul edilemez çözüm tehlikesine” karşı işbirliği yapmayı ve birlikte hareket etmeyi öneriyordu. Grivas ise Makarios’un bağımsızlık politikasını terk edip derhal “Enosis” politikasına yönelmesini, görevinden istifa ederek her ikisinin de güvenebileceği yeni bir cumhurbaşkanı seçerek “self determinasyon-”Enosis” politikası çerçevesinde faaliyete geçmeyi talep ediyordu. Makarios, 4 Mayıs 1972 tarihinde Grivas’a gönderdiği bir mektupta istifa etmeyeceğini, “Enosis”e yönelmek için, bunun öncelikle Yunan hükümeti tarafından kabul edilip istenmesi gerektiğini ileri sürüyor, kendisinin ve Kıbrıs Rum halkının ancak Yunan hükümetinin “Enosis” politikasını açıkça ortaya koymasından sonra bunu takip edebileceğini vurguluyordu. Makarios ayrıca, “Enosis”in bir “yaşam projesi” olduğunu ancak şimdilik bunun gerçekleşme koşullarının olmadığını, şu sıralar önemli olanın “kötü çözüm” tehlikesini uzaklaştırmak olduğunu ifade ediyordu. Makarios, devamla, “Kıbrıs halkının bu koşullarda verdiği mücadele bir savunma mücadelesidir ve savunmamız şu ana kadar başarılı olmuştur. Kendimizi savunuyoruz ve milli geleceğimizi bağlayıcı bir çözümü kabul etmeyi reddediyoruz” diyordu. Grivas, Makarios’a yazdığı cevabi mektubunda, Makarios’un “savunmacı” anlayışını reddediyor ve onu “yanlış ve sorumsuz uygulamaları sonucu Enosisin gerçekleşmesini engellemekle” suçluyordu. Grivas, 1953 yılında, Makarios’la birlikte yaptıkları “Enosis yeminine” de gönderme yaparak, kendisinin yeminine sadık kaldığını vurguluyordu. Karşılıklı yazışmalarla devam eden görüş alış verişi, hiç bir sonuç getirmedi. Bunun üzerine, EOKA B eylemlerini giderek yaygınlaştırdı ve polis karakollarına karşı düzenli eylemler yapmaya başladı.
5 Nisan 1973 tarihinde ise ilk siyasi cinayeti işledi. EDEK üyesi Georgios Fotiou vurularak öldürüldü. Ardından, Adalet Bakanı Hıristos Vakis kaçırılarak Makarios istifa etmeye ve Başpiskoposluk ile Cumhurbaşkanlığı makamları arasında tercih yapmaya çağırıldı. Bu çağırıya sert bir yanıt veren Makarios, EOKA B terörizmini lanetledi ve Grivas’ın hiç bir koşulunu kabul etmeyeceğini açıkladı. Sonunda, Grivas, kaçırdığı bakanı serbest bırakmak zorunda kaldı. Bu arada Kilise içinde de Makarios karşıtlığı baş gösterdi. 1972 yılının başlarında üç piskopos Makarios’a karşı cephe açtılar ve 1973’te “kilise darbesi” düzenleyerek onu Başpiskoposluktan uzaklaştırdıklarını açıkladılar. Gerekçe olarak da dünyevi işlerle din işlerinin bağdaşmadığını ileri sürdüler. Derhal karşı saldırıya geçen Makarios, Kutsal Meclisi toplantıya çağırarak üç piskoposu kiliseden uzaklaştırdı. Bu arada, Yunan Cuntası Şefi Papadopoulos, Grivas’a bir çağrı yaparak şiddete son vermesini ve derhal Yunanistan’a dönmesini talep etti. Grivas, çağrıyı reddetti. EOKA B iyice güçsüz durmdaydı.. Papadopoulos Cuntası da EOKA B Makarios çekişmesinde desteğini Makarios’tan yana koymuştu. 1 Şubat 1973 tarihinde Cunta Şefi Papadopoulos Yunan televizyonundan yaptığı bir konuşmada, Kıbrıs’ta süren şiddet eylemlerini kınayarak, EOKA B ve Grivas’ın yaptıklarını tasvip etmediğini bir kez daha dile getirdi. Papadopoulos’un konuşması Kıbrıs’ta olumlu yankı buldu ve Makarios’a seçim desteği olarak değerlendirildi. Grivas’ın tepkisi ise oldukça sert oldu. 7 Şubat 1972 tarihinde 15 ayrı polis karakolunda bombalar patladı. Bu arada, 8 Şubat 1973 tarihinde Cumhurbaşkanlığı seçimleri yapılmasına karar verildi. Makarios, seçime tek aday olarak katıldı ve tam bir güç gösterisi yaptı.
1973 yılının Kasım ayında Cunta içinde bir darbeyle Albay Dimitris İoanidis Papadopoullos’u iktidardan uzaklaştırarak iktidarı ele geçirdi. İoanidis, Grivas’a oldukça yakın biriydi. Benzer değerleri paylaşıyorlardı. İkisi de fanatik derece anti-Türk ve anti-komünistti. İoanidis, 1964 yılında Kıbrıs’taki Yunan birliklerinde görev yaptığı sırada Nikos Samson’la birlikte Makarios’a “bütün Türkleri bir anda yok edecek bir plan” bile sunmuştu. İkisi de Makarios’tan nefret ediyordu ve onu “Enosis”i gömen adam” olarak görüyorlardı. Uluslararası siyaset konusunda son derece cahildiler. Askeri bir darbeyle Enosisi kolayca gerçekleştirebileceklerine inanıyorlardı. Hatta, bunun için ABD’nin desteğinin onlardan yana olduğunu düşünüyorlardı. İoanidis, darbe kararı aldığında “CIA’nın kendisine Türkler’in müdahale etmeyeceği konusunda güvence verdiğini” söylüyordu. Oysa Yunanistan’ın Ankara Büyükelçisi Dimitris Kosmatopoulos, Ankara’da bir Türk Generalin kendisine söylediklerini Atina’ya tam zamanında iletmişti: “Eğer Kıbrıs’taki anayasal düzeni silah zoruyla bozmaya kalkarlarsa, onları denize dökeceğiz”.
27 Ocak 1974 tarihinde Yorgos Grivas Limasol’da saklandığı evde öldü. Makarios, üç günlük yas ve EOKA B üyeleri için de af ilan etti. Grivas’ın cenaze töreninde, o güne kadar EOKA B ile organik bağı bulunmayan, hatta Makarios ile iyi ilişkiler içinde olan Nikos Samson mikrofona sarılarak bir konuşma yaptı: “Digenis (Grivas’ın EOKA içindeki kod ismi) ölmedi. Digenis yaşıyor ve ruhlarımızda hep yaşayacak. Digenis bize, onurun ve görevin yolunu gösteriyor. Bizler onun yanında yaşayan ve savaşan çocukları olarak mücadelesini sürdüreceğimize dair kutsal yemin ediyoruz”. Samson bu konuşmasıyla safını belirledi ve Kıbrıs’tan tanıdığı İoanidis cephesine katılmış oldu. EOKA B eylemlerini sürdürmeye devam etti ve 1974 yılının ilk yarısında bir çok silahlı eyleme imza attı. Artık Kıbrıs’ta darbe için geri sayım başlamıştı. Cunta’nın dışişleri bakanı Palamas’ın başbakan Adamantios Androutsopoullos’a gönderdiği “Kıbrıs Raporu” Atina’nın Kıbrıs Rum toplumuna nasıl baktığını ve Cuntanın hangi gerekçelerle darbeyi “hak” saydığını bütün çıplaklığı ile gözler önüne seriyor:
“Bağımsızlık ve Makarios’un bağımsızlığı uygulama biçimi Kıbrıs’ı yabancı bir ülkeye dönüştürdü. Özellikle Yunanistan’a karşı siyaseten bağımsız bir ülkeye… Bu bağımsızlık anlayışı Yunanistan karşıtı bir anlayıştır. Kıbrıslı Rumların Helenlik-bilinci, milli bilinci silinip gidiyor. (…) Bu bilinç kaybı öyle bir noktaya vardı ki, Herald Tribune gibi ciddi bir gazete Kıbrıs’a ayırdığı bir başyazısında “Yeni Bir Ulus’un Doğuşundan” söz ediyor. Kıbrıs’taki bağımsız yapı, yeni bir ırk, yeni bir Malta yaratmaktadır. (…) Helen Kıbrıs’ta bunlar olurken, Türk tarafında coğrafi ve idari manada işleyen bir Türk devleti vardır. Kıbrıslı Rumlar Kıbrıslılaşırken, Kıbrıslı Türkler Türkleşiyorlar. (…) Türkiye adaya yayılıp, etkisini artıyor, Yunanistan giderken, Türkiye yeniden geliyor. (…) Kıbrıslılar Grekçe konuşmaya devam ediyor ve Ortodoks dinine inanıyorlar. Fakat giderek kendilerine sunulan Kıbrıslılık kimliğini kabul ediyor ve Helen bilincini kaybediyorlar. Ve bu noktadan sonra Ulusa ait olmaktan çıkmış bulunuyorlar.”
Görüleceği gibi, Cuntanın gözünde Kıbrıslı Rumlar “Helen” olmaktan çıkmış, neredeyse ayrı bir “ulus” olmuşlardı. Bu, darbeyi “hak etmelerine” yeter de artardı… 1974 yılının Şubat ve Mart aylarında Atina’da üst üste yapılan toplantılarda darbe konusu görüşüldü. Nisan ayında darbe yapılacağı konusunda kesin karar alındı. Yunan Devlet Başkanı Gizikis, kararın İoanidis’in ısrarıyla alındığını, toplantılara katılan herkesin darbe durumunda Türkiye’nin adaya müdahale edeceğini söylediğini fakat İoanidis’in bu görüşe katılmadığını ve “Amerikalılardan güvence aldığını” söylediğini ileri sürecekti…
15 Temmuz 1974 tarihinde Alksandros hastaneye yatırılırken, Ayşe tatile çıkmaya hazırlanıyordu…
“Ayşe Tatile Çıkıyor”
“Sabah Daireden çıkarak biraz uyumak için eve gittim. Yollar henüz boş sayılacak kadar erkendi. Yolda arabamı sürerken dudaklarımın arasından gayri ihtiyari askeri marşlar dökülmeğe başladı. Sakin ve sessiz yolda bu marşlara yüksek sesle ve yürekten iştirak ettim. Son on bir yılın olayları gözlerimin önünden sinema şeridi gibi geçiyordu. Ne devirler geçirmiştik. Koca Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bir papazın karşısında senelerce haysiyetinden olmuştu. Askerleri gemilere bindirip indirmiş, gemileri denize yollamış geri çekmiş, ama bir türlü Kıbrıs’a çıkarma yapamamıştık. (…) Türkiye’nin başucundaki adada, haklarının çiğnenmesi karşısında hiçbir şey yapamamasının ezikliği içindeydi. (…) Bütün bu haysiyet kırıcı durumlar gözlerimin önünden geçiyordu.” Dönemin Kıbrıs masası şefi Ecmel Barutçu, Türkiye’nin adaya asker çıkarmasını bu duygularla anlatıyor. Türkiye’nin 1964-74 yılları arasında yaşadığı “ezikliği”, maruz kaldığı “haysiyet kırıcı” durumları gözünün önüne getiriyor ve “intikam almanın” huzuru içinde milli marşlar okuyordu. Türkiye Büyük Millet Meclisinde 20 Temmuz 1974 tarihinde yapılan gizli oturumda Başbakan Bülent Ecevit şöyle diyordu: “Kıbrıs için behemehal bir yeni devlet statüsü oluşturulması gerekir, daha doğrusu bir devlet statüsünün yeniden oluşturulması gerekiyor.” Ana muhalefet lideri Süleyman Demirel de “gücün gereği yeni bir nizamdan” söz ediyordu: “Bir yeni nizam kurulacaktır, bir yeni nizam kaçınılmazdır. Binaenaleyh, Türkiye bugün 1960 Kıbrıs Devletine hayatiyet veren Anlaşmaların şartlan içerisinde de kalamaz. Binaenaleyh, bu yeni nizamı kurarken, fevkalade dikkatli davranılması gereğine ve böyle büyük hadiselerin sık sık meydana gelmemesi için, masa başına güçle oturulduğu inşallah nasip olacaktır ve bu gücün gereği olan bir yeni nizamın kurulmasına azami dikkati sarf etmemiz gerekecektir.”
“Yeni bir Statü” dayatmak amacıyla 20 Temmuz günü başlayan Askeri Harekat 22 Temmuz’da sağlanan ateşkes ilanıyla durduruldu. Türk ordusu Kıbrıs’a çıkmıştı ama istenilen ilerleme sağlanamamıştı. Bu arada, Atina’da Yunan Cuntası devrilmiş, Konstantinos Kramanlis Paris’ten Atina’ya dönmüştü. Kıbrıs’ta ise Nikos Samson istifa ederek görevi Kıbrıs Anayasasına uygun bir şekilde Temsilciler Meclisi Başkanı Glafkos Kliridis’e devretmişti. Kliridis, Türkiye’nin adaya ayak bastığı 20 Temmuz’dan tam üç gün sonra, 23 Temmuz 1974 tarihinde Rauf Denktaş’a Zürih ve Londra Anlaşmalarını olduğu gibi kabul ettiğini ve uygulamaya hazır olduğunu bildirdi. Ne var ki, Türk tarafı artık “oralı” değildi. Türkiye’nin Kliridis’e ulaştırdığı mesajda şöyle deniyordu: “Türk hükümeti, Kıbrıslı Rumların on yıl boyunca uygulamaktan kaçındığı ve yok saydığı Zürih-Londra Anlaşmalarına geri dönemez ve bu konuyu görüşemez. Ayrıca, bu anlaşmaların Rum saldırıları karşısında Kıbrıs Türk toplumunu koruyamadığı da artık kanıtlanmıştır.”