Blöf ve Palavra Milliyetçiliği
Akıncı sonrası dönemde iki-devletli çözüm veya konfederasyon tezlerini destekleyenler yeniden sahneye çıktılar. Bir zamanlar Rauf Denktaş’ın yakın çalışma arkadaşları olan isimler, şimdi Ersin Tatar’ın etrafında toplanmış bulunuyorlar.
Geçmişte olduğu gibi yine somut hayatta hiçbir karşılığı olmayan hamasi nutuklar atıyorlar, boş hayaller görüyorlar.
Aralarında biri var ki, “iki-devletlilik” adına Kıbrıslı Türk üreticilerin Avrupa pazarına hellim satma hakkı ve fırsatını bile heba etmekte beis görmüyor…
Tam da Tuğrul Türkeş’in “azgın milliyetçilik” olarak adlandırdığı zihniyet kalıpları içinde seyrediyorlar: “Kısır popülizme, pratikte hiçbir karşılık üretemeyen kaba sloganlara ve salt hamasetten beslenmeye muhtaç bir milliyetçilik şablonu…”
Çapları, ufukları gibi dardır ama dünyaya meydan okuyorlar, BM kararlarını kabul etmiyorlar, AB’ye kafa tutmaya kalkışıyorlar…
Asterix-Obelix diyeceğim ama aslında yaptıkları, Tuğrul Türkeş’in “azgın milliyetçilik” betimlemesine harfiyen uymaktadır: “Azgın milliyetçiliğin gücü blöften ibarettir. Sözleri ve hareketleri palavradır. Azgın milliyetçiliğin hiçbir fikrî derinliği bulunmaz.”
Evet, hiçbir fikri derinlikleri yoktur. Sözleri ve hareketleri blöf ve palavradır.
Boş hayallerin en boşu, “iki-devletli çözümdür”.
“Ben devletim” deyince devlet olunmuyor!
Nitekim dünyanın hiçbir kurumu Kıbrıs’ta iki devlet olduğunu kabul etmiyor.
Kendilerine bu gerçek hatırlatılınca, “biz tam olarak iki ayrı devletten söz etmiyoruz” diyerek konfederasyona sıçrıyorlar.
Konfederasyon tezi daha az boş bir hayal değildir.
Devletler arası bir anlaşmayla kurulan konfedratif yapılarda egemen devletler arasında sınırlı işbirliği yapılması öngörülür. Günümüz dünyasında konfederasyon sayılan yapalar Afrika Birliği ve Benelüks Birliği gibi oluşumlardır. Yani, birden fazla bağımsız devletin egemenliklerini koruyarak çok sınırlı alanlarda işbirliği yaptığı yapılardır.
Bu işbirlikleri etnik bir sorunu çözmek, bölünmüş bir ülkeyi birleştirmek, etnik grupları bir devlet çatısı altında toplayıp bir yurttaşlar toplumu yaratmayı amaçlamazlar.
Bu türden oluşumların Kıbrıs’ın koşullarına uygun düştüğünü hangi aklıselim iddia edebilir?
Kıbrıslı Rumlara gidip konfederasyon önereceğiz, öyle mi?
Kıbrıslı Rumlar da, silah zoruyla kovuldukları Kıbrıs’ın kuzeyinde kurulan ve hiç kimsenin tanımadığı devletin egemenliğini tanıyacak ve tek başına yönettikleri BM, AB üyesi Kıbrıs devletinin yürüttüğü işlere bu devleti ayrı ve egemen olarak ortak edecek, öyle mi?
Ya da BM kararlarına rağmen AB’ye, “Kıbrıs’ta sadece Kıbrıs Cumhuriyeti devleti yoktur, KKTC de vardır, KKTC’yi de AB üyesi yapın mı” diyeceğiz?
O AB ki, 27 ayrı ve egemen devleti belli alanlarda egemenlik paylaşımına zorlayarak bir araya getirmiştir, Kıbrıs’ta ayrı iki egemenliği mi kabul edecek?
Üye ülkelerin bölünmesine şiddetle karşı çıkan ve bu yüzden Katalonya’ya sırt çeviren AB, KKTC’yi mi kucaklayacak?
Daha geçen gün Avrupa Parlamentosu, ayrlıkçı Katalon lidererden Charles Puigdemont’un dokunulmazlığını kaldırmadı mı?
Bir hatırlatm daha: Geçtiğimiz günlerde yapılan Borrell-Tatar görüşmesine birileri çok istediği halde Tahsin Ertuğruloğlu giremedi, çünkü AB indinde “Kıbrıs Türk dışişleri bakanı” diye biri yoktur!
Bütün bu inantçı gerçekler ortada dururken, boş hayallerde inat etmek nereden kaynaklanıyor? Türkiye’nin gücünden mi?
Türkiye’nin gücü, adadaki topu tüfeği yeterse ancak Kıbrıslı Rumları federal devlete zorlamaya yeter. Ötesi yoktur!
Ötesini zorlamak Kıbrıslı Türklere zarar vermekten başka hiçbir işe yaramaz.
Bu şimdiye kadar çoktan anlaşılmış olmalıydı…