Georgiadis’in “Neo-Gerçekçiliğinin” Sefaleti
DİSİ başkan yardımcısı Haris Georgiadis’in geçtiğimiz günlerde iddialı bir başlıkla kaleme aldığı ve Kıbrıs’ta artık federal devlet kurulmasının “gerçekçi” olmadığını ileri sürdüğü yazı ve bu konuda verdiği röportajlar çeşitli tepkilere yol açtı. DİSİ başkan yardımcısının sözleri ülkenin bölünmesine yeşil ışık yakmak olarak değerlendirildi.
Georgiadis’in “Neo-Realismos” başlığı altında dile getirdiği görüşler gerçekten de adanın kalıcı bölünmüşlüğüne kapı açan cinstendir ama yazısının esas vurgusu, kanımca, doğrudan bölünmüşlüğü savunmaktan ziyade, Kıbrıs Cumhuriyeti devletinin egemenlik ve iktidarının Kıbrıslı Rumların elinde kalması ve Kıbrıslı Türklerle paylaşılmaktan kaçınılması gerektiği tezinde yoğunlaşıyor.
Georgiadis’in “gerçekçi” görüşlerini değerlendirmeden önce, siyasette gerçekçilik kavramına kısaca değinmekte yarar vardır: “Verili koşullarda, yani mevcut güçler dengesi içinde neyin mümkün olup olmadığını doğru hesaplamak! Ünlü tarihçi E.C.Carr, buna “what works best” der. Yani, verili koşullar dikkate alınarak neyin hayata geçirilebileceğini doğru saptamak! Neyin haklı veya haksız olduğunu etik bir sorgulamaya tabi tutmadan, mevcut veriler ve dengeler içinde aktörlerin gerçekçi tavırlar takınıp, gerçekçi talepler dillendirmeleri gerçekçiliğin esaslarındandır.
Haris Georgiadis, kendi açısından bunu yaptığını söylüyor. Ona göre, 1974’ten hemen sonra ve 2004’te Annan Planı konuşulurken mümkün olan federasyon, günümüzün koşullarında gerçekçi değildir.
Neden mi?
Georgiadis, bir dizi argüman ileri sürüyor:
– Evlerine dönecek göçmenlerin çoğu öldü,
– Türk tarafı Maraşı ve Omorfoyu artık iade etmek istemiyor.
-Türk tarafı siyasi eşitlik talebinde maksimalisttir ve bu da federal devletin işlerliğini tehlikeye atan bir yaklaşımdır.
-Türkiye Atatürkçülükten uzaklaşıp İslamcı bir fanatizme kapılmış, saldırgan bir ülke olmuştur.
Georgiadis, ilk bakışta gerçekçi tespitler yapıyormuş gibi görünüyor olabilir. Gerçekten de geçen zaman içinde Türk tarafı toprak ayarlaması konusunda daha da cimrileşti, göçmenlerin büyük çoğunluğunun da evlerine dönmesi artık mümkün değildir. Türkiye demokrasisin güven vermediği de bir gerçektir.
Fakat Georgiadis’in gözden uzak tuttuğu şey, bu değişkenlerin değişken olduğu, yani zaman içinde değişebilen şeyler olduğudur.
Diğer bir zaafı, federal devlet fikrine tüccar zihniyetiyle yaklaşıyor olması ve bu fikri eline ne geçip geçmeyeceğine göre değerlendirmesidir. Örneğin mülkiyet yapısının zaman içinde nereye evirileceğini kimse söyleyemez.
Oysa federal devlet, zaman aşımına uğramayan, hatta zamanla kötüleşen tarihsel bir soruna cevap oluşturan bir gelecek vizyonudur. Etnik çatışmaya ve ülkenin bölünmüşlüğüne son veren ve ebedi barış koşullarını yaratan kurumsal bir düzenlemedir.
Başka türlü söylersek, federal devlet, aynı coğrafyayı paylaşmak zorunda olan iki toplumun barış içinde bir arada yaşamasını sağlayacak bir vizyonudur ve bir gereklilik olarak ortaya çıkması yakın Kıbrıs tarihinden kaynaklanıyor.
Bu devletin kuruluş aşamasında yapılacak pazarlıklarda kimin ne alıp ne vereceği ikincil derecede önemlidir. Çünkü bu türden uzlaşmalar zaman içinde değişime açıktır ama ebediliği hedefleyen barış, kalıcıdır.
Georgiadis’in yazıp söyledikleri arasında dikkat çeken bir nokta da, Türkiye’nin statükoyu sarsıcı politikaları karşısında endişeye kapılmış olmasıdır. Yoksa, statüko devam edebilse, bir derdi olmayacak!
Tam da statükonun sallandığı bir dönemde, biraz da panik havası içinde, Kıbrıslı Rumlara “kesinlikle korumamız gereken şeyler vardır” diyor ve Kıbrıs Cumhuriyeti devletinin “egemenliğinin korunmasını” istiyor.
Yani, federasyona “hayır” diyen “neo-gerçeklik”, devlet iktidarını Kıbrıslı Türklerle paylaşmama esasına dayanıyor.
Bu görüşün temsilcileri, ki bunlara son dönemde Nikos Anastasiadis de katıldı, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni Kıbrıslı Rumların devleti olarak görüyor ve iktidarı Kıbrıslı Türklerle paylaşmak istemiyor.
Oysa Kıbrıs devleti, iki-toplumlu bir devlettir ve bu gerçeği reddetmek Kıbrıs Sorununu yaratan faktörlerden biridir. Nitekim Makarios bu gerçekliği kabul etmek istemediği için Kıbrıs Sorunu 1960’lı yıllarda çözülemedi.
Georgiadis, her ne kadar kendisini Kliridis’in “manevi evladı” olarak takdim etmek istese ve bu pragmatist siyasetçinin gerçekçiliğinden söz etse de, aslında Makarios’un ruhuyla konuşuyor. III. Başpiskoposun 1960’lı yıllarda izlediği politikayı savunuyor.
“Devletin işlerliği” konusunu gündeme taşıyıp, siyasi eşitliğe dayalı federal devletin “işler olmadığını” iddia ederken, “1960’lı yıllardaki zorluklara geri dönemk istemediğini” söylüyor.
Oysa 1960’lı yıllarda Kıbrıslı Türklerden kaynaklı “devletin işlerliği” diye bir sorunu yoktu. Bunu en iyi Glafkos Kliridis anlatıyor. Kliridis ile birlikte hazırladığımız kitabı okuma zahmetine girseydi bunu bütün çıplaklığıyla görecekti. 1960’larda asıl sorun, Kıbrıs Rum liderliğinin milliyetçi ve maksimalist eğilimleriydi.
Ne gariptir ki, Kliridis’in Makarios’un politikalarına karşı kurduğu DİSİ’nin, başta Nikos Anastasiadis olmak üzere, önde gelen kadroları Makarios’un politikalarına geri döndüler. Üstelik, ülkenin yarısını Türkiye’ye kaptırma pahasına…
Evet, Georgidis’in “neo-gerçekçiliği” sefil bir düşünce egzersizidir. Çünkü Kıbrıs’ın geleceğine dair hiçbir perspektif sunmadığı gibi, ülkenin kalıcı bölünmüşlüğüne yeşil ışık yakıyor…
Kaynak: Georgiadis’in “Neo-Gerçekçiliğinin” Sefaleti – Niyazi Kızılyürek