Yarının Yeni Dünyası “Milli ve Yerli” Olamaz!
Spinelli, II. Dünya Savaşının bütün hızıyla devam ettiği bir dönemde, (1941-1943 arasında) Ventotene adasında kaleme aldığı görüşlerinde savaş sonrası Avrupa’nın eski devletler sisteminden kurtulması gerektiğini ileri sürecek ve egemen ulus-devletler sisteminin milliyetçilik ve savaş anlamına geldiğini söyleyecekti.
Avrupa Birliği’nin korona virüsüne karşı aldığı ve alamadığı önlemler, üye devletlerin ulus-merkezci tutumları, birbirleriyle yeteri kadar dayanışma göstermemeleri, Avrupa Birliği düzeyinde alınan kararların geç ve yetersiz olması bir dizi tartışmaya yol açtı. Avrupa Birliği’nin nasıl bir birlik olduğu, hatta “birlik” olup olmadığı konuşulur oldu.
Komisyon başkanı Ursula von der Leyen, biraz da yapılan eleştirilerin etkisiyle, Avrupa Parlamentosu’nun 16 Nisan’da yapılan Genel Kurul toplantısında II. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’yı yeniden ayağa kaldıran Marşal Planına benzer yeni bir Marşal Planına ihtiyaç olduğunu söyledi. Federalist görüşleriyle bilinen liberal politikacılardan Guy Verhofstadt ise Ursula von der Leyen’e öfkeyle seslenerek, “Marşal Planını uygulamak için daha ne bekliyorsunuz? Konseyi mi? Daha çok beklersiniz… Konsey pin-pon oynuyor, siz Komisyon olarak derhal harekete geçmelisiniz” diyordu.
Belli ki, Verhofstadt üye devletlerin temsil edildiği Konsey’den umudunu iyice kesmiş, Komisyon’un daha aktif olmasını istiyordu. Fakat kendisinin de çok iyi bildiği ve bir kitabında yazdığı gibi, günümüzün Avrupa Birliği “ulus-devletler tarafından kurulmuş, ulus-devletlere hizmet eden bir kulüptür.” Dolayısıyla üye devletlerin onayı olmadan Komisyon fazla bir şey yapamaz.
Evimden izleyip oy verme işlemlerine katıldığım Genel Kurulda benim dikkatimi çeken şey, Ursula von der Leyen’in yaptığı konuşmada Alterio Spinelli’ye gönderme yapmış olmasıdır: “Geçmişin yüklerinden nasıl arınacağımızı, gelmekte olan ve tahayyül ettiğimizden çok daha farklı olacak yeni dünyaya nasıl hazır olacağımızı bilmemizin zamanı gelmiştir.”
Hem solcu, hem de federalist bir düşünür olan Spinelli, II. Dünya Savaşı esnasında kaleme aldığı yazılarında “yarının dünyasına hazır olmayı” Federal Avrupa’ya yönelmek olarak anlıyordu. Komisyon başkanı Ursula von der Leyen’in korona-sonrası yeni dünyaya nasıl hazırlandığını -eğer hazırlanıyorsa tabii- bilmiyoruz. Gençlik yıllarında Avrupa Birliği için “Avrupa Birleşik Devletleri” vizyonuna sahip olduğunu söyleyen von der Leyen, Komisyon başkanı seçildikten sonra, derin siyasal birlik istemeyen Macaristan gibi ülkelerin ve “milli egemenlikçi” Orban gibi politikacıların desteğini almak için ağzına federalizm sözcüğünü almıyor. Umarım, korona salgınından sonra yarının Federal Avrupa’sına doğru adım atılması gerektiğini daha iyi anlar. Tıpkı Alterio Spinelli’nin II. Dünya Savaşı’ndan sonra Federal Avrupa için kollarını sıvadığı gibi.
Madem Spinelli’den bu kadar söz ettik, bu büyük Avrupalının hikayesine kısaca göz atalım. “Milli ve yerli” olanın yaygınlık kazandığı bugünlerde onun görüşlerine hem Avrupa’da, hem de Kıbrıs’ta çok ihtiyacımız vardır.
Altiero Spinelli, 1907 yılında İtalya’da doğdu. İtalyan Komünist Partisi içinde yürüttüğü faaliyetleri gerekçe gösteren Faşist Mussolini Rejimi, 1926 yılında Spinelli’yi 16 yıl 8 ay hapse mahkum etti. On yıl hapiste, 6 yıl da sürgünde kalan Spinelli, görüşlerinden vaz geçtiğini açıklasaydı affedilecekti fakat o, görüşlerine sadık kalarak hapis yatmayı tercih etti.
Hapishane yıllarında uluslar-üstü entegrasyon modelleri üzerine incelemeler yaptı ve federalizmin ateşli savunucularından biri oldu. Özellikle küçük ve ıssız Ventotene adasında geçirdiği sürgün yıllarında federalizm kuramlarını derinlemesine inceledi. Bu arada, komünist partisinin liderleriyle yaşadığı görüş ayrılıkları yüzünden partisinden ayrıldı ve kendisini bütünüyle federalizme adadı.
Spinelli, II. Dünya Savaşının bütün hızıyla devam ettiği bir dönemde, (1941-1943 arasında) Ventotene adasında kaleme aldığı görüşlerinde savaş sonrası Avrupa’nın eski devletler sisteminden kurtulması gerektiğini ileri sürecek ve egemen ulus-devletler sisteminin milliyetçilik ve savaş anlamına geldiğini söyleyecekti.
Spinelli’ye göre, Avrupa’nın savaşları geride bırakarak kalıcı barışa geçebilmesi için federal bir birliğe dönüşmesi elzemdi. Nitekim özgürlüğüne kavuştuğu 1943 yılında Federalist Avrupa Hareketi’ni kurdu ve Federal Avrupa için mücadele etmeye başladı. Barış için, egemen ulus-devletlerin hükümetler-arası işbirliğine dayanan Avrupa Konseyi veya OECD gibi kuruluşların yeterli olamayacağını belirten Spinelli, tek çarenin Federal Birleşik Avrupa olduğunu ısrarla savuna geldi ve hayatının sonuna kadar bulunduğu bütün mevkilerden bu uğurda mücadele etti. Hükümetlere danışmanlık yaptı, Komisyonuna Komiser atandı ve Avrupa Parlamentosuna seçildi. Özellikle Avrupa Parlamentosu’nun yetkilerinin artırılmasında büyük rolü oldu. 1986 yılında hayata veda etti.
Bugün Avrupa Parlamentosunun en görkemli binalarından birinin adı Spinelli olmakla beraber, AB Spinelli’nin vizyonundan uzaktır. Fakat her şeye rağmen Spinelli’nin bıraktığı miras yol gösterici olmaya devam ediyor. Örneğin federalist parlamenterler, Spinelli Grubu adı altında toplanıp Avrupa Birliği’nin federal bir birliğe dönüşmesi için mücadele vermeye devam ediyorlar.
Spinelli’nin kızı da bir dönem Avrupa Parlamentosu’na seçildi. Sol Grup’ta yer aldığı için kendisini tanıma fırsatı buldum. Ben seçildiğimde o ayrılıyordu ve Sol Grup’ta güzel bir veda konuşması yapmıştı. Onu dinlerken aklım sürekli olarak babasındaydı. Faşist Mussolini’nin zulmünü, hapishane günlerini, Gramsci gibi onun da en iyi yazılarını hapiste yazdığını, ıssız Ventotene adasında geçirdiği sürgün yıllarını düşündüm. Tabii, arkadaşı Ernesto Rossi ile birlikte imzaladığı ve bize miras bıraktığı federalist manifestoyu da…
Acaba, Ursula von der Leyen bunları anlayabilir mi? Altiero Spinelli’nin dünyasının içine girebilir mi?
Doğrusu, bir fikrim yok. Fakat Avrupa Birliği kurumları içinde Spinelli ruhundan uzak olan çok kişi var.
Ya Kıbrıs’ta? Federal Birleşik Kıbrıs’ın öznelerini aradığı ülkemizde Spinelli’ye kaç kişi kulak veriyor acaba?
Kaynak: Yarının Yeni Dünyası “Milli ve Yerli” Olamaz! – Niyazi Kızılyürek