“Önce Amerika”
Donald Trump seçim kampanyası boyunca “America First” (“Önce Amerika”) sloganını öne çıkarmıştı. Bununla anlatmak istediği şey, aslında Amerika’nın onca yıldır kendisini dünya için “heba” ettiği ve artık buna son vereceği idi. Nitekim seçimi kazandıktan sonra “Önce Amerika” politikasını uygulamaya başladı. ABD’nin imzaladığı bazı uluslararası anlaşmalardan çekildi. Örneğin İran ile yapılan ve nükleer silah anlaşmasından tek taraflı olarak ayrıldı. NATO’nun Amerika’ya çok fazla yük oluşturan harcamalarından bıkıp usandığını söyledi ve müttefiklere “pamuk eller cebe” dedi. En vahimi, Amerika’yı Obama’nın imzaladığı İklim Anlaşması’ndan ayırdı ki, bu büyük bir infial yarattı. Dünyanın giderek daha büyük oranda haşlanmış yumurtaya döndüğü, bitmeyen yazlar ve ani iklim değişikleriyle sarsıldığı bir zamanda, “Önce Amerika” demek doğrusu fazlasıyla absürt bir yaklaşım oldu. BM’ye yaptığı harcamaları da kısmak için düğmeye bastı. Hatta bizim buralarda birileri bundan yararlanmanın yoluna gitti. Trump’ın musluğu kısmasıyla UNFICYP’in adadan ayrılma fırsatının doğduğunu ve Kıbrıslı Rumların KKTC’nin kurumlarını tanımak zorunda kalacağını düşündükleri için pek bir heyecanlandılar. Trump bütün bunların yanı sıra, ticaret savaşı da başlattı ki, bu türden bir korumacılık globalleşen kapitalizmin öncüsüne ve liberalizmin ana vatanına hiç yakışmadı.
Trump sadece dışarıda değil, içeride de “Önce Amerika” diyor ve bundan Beyazların Amerika’sını anlıyor. Amerika şimdilerde ırkçılığın tırmanışa geçtiği ülkelerden biridir. “Beyaz adam”, ülkenin “yabancılarla” dolup taştığını, nüfus yapısının değiştiğini ve “azınlık” olmaktan korktuğunu ileri sürüyor. Nitekim televizyonda bir Beyaz ile Afrika kökenli bir Siyah arasında geçen bir tartışmada Beyaz adam, ülkesinin kültürel açıdan tehdit altında olduğunu söylüyordu. Afrika kökenli Amerikalı da ona Amerika’nın “kendisinin de ülkesi” olduğunu hatırlatıyordu.
Evet, Trump’ın “Önce Amerika’sı” “Öncelikle Amerikalıların” ve de “Beyaz Amerikalıların” ülkesidir. Siyahsanız, Müslümansanız, göçmenseniz, hele da adınız İslam’ı çağrıştırıyorsa mutlaka şaibelisinizdir.
New York’a uçarken bunu şahsen yaşadım. Viyana hava alnında yer hostesleri “Rast gele yapılan güvenlik araştırması için seçildiniz, lütfen 11 numaralı kapıya gidin!” dediler. Yüksek teknolojiyle düzenlenmiş on bir numaralı özel odaya gidince “rast gele yapılan güvenlik araştırmasının” hiç de rast gele olmadığını anladım. Benim gibi kara kafalılar, Orta Doğulular da “seçilmişti.” Hostese bu “ayırımcılıktır” deyince, “Amerika’ya gidiyorsunuz, ne yapalım” diye hayıfla yanıt verdi. New York’a vardığımda orada da bir sürpriz beni bekliyordu. Pasaport kontrolü için sıraya girmek üzereydik ki, “Önce Amerikalılar” diye bir anons duyuldu. Ve gerçekten de Amerikalılar işlemlerini bitirince sıra biz “diğer dünyalılara” geldi…
Evet, Amerika “biz” ve “öteki” ayırımı açısından iyi gitmiyor. Oysa modern dünya devletlerinin belki de renklisidir. Farklılıklar üzerine kuruldu. O kadar ki, Federal Amerika kurulduğunda ne ortak bir Amerika kimliği, be de bir Amerikan ulusu vardı. “Amerikalı” sözcüğü kolonyalist İngilizlerin Amerika’da yaşayan insanları küçümsemek için kullanılırdı. Fakat Federal Amerika’nın kurucu babaları, bu uçsuz bucaksız kıtada ve rengarenk beşeri coğrafyada sadece bir devlet kurmakla kalmadılar. Ortak bağlar ve kimlik de geliştirdiler. Bu başarının arkasından cumhuriyetçi değerlerle federalizmin karışımı vardı. Kuşkusuz, federal Amerika’nın kuruluşu kolay olmadı. Konfederasyonda kalarak kendi devletleri içinde saltanat sürmek isteyenler, dar çıkarlarının peşinden giden miyop elitler federasyona şiddetle karşı çıkıyorlardı. Fakat Konfederasyonu oluşturan 13 devletten toplam 55 bilge ve vizyoner delege, Federal Amerika’yı kurmayı ve devletlere ve yurttaşlara kabul ettirmeyi başardılar. (Sahi, Kıbrıs’ta 55 bilge yok mu?)
Elbette bunar kolay olmadı. Küçük hesaplarla federalleşmeye karşı çıkanların yanı sıra, cumhuriyetçi değerleri benimsemeyenler de çoktu. Nitekim köle sahibi olmayı sürdürmek isteyenler ABD’yi iç savaşa sürükleyeceklerdi. Kadınların yurttaş olarak kabul edilmesi ve ırkçılığın geriletilmesi de uzun yıllara yayılan mücadeleler sonucunda gerçekleşti.
Gelgelelim günümüz Amerika’sı gerisin geriye gidiyor. Maço tavırlı ırkçı beyaz erkeklere sadece sokaklarda ve salonlarda rastlanmıyor. Beyaz Saray’da da böyle biri oturuyor ve her gün biraz daha tırmanan ırkçılığı adeta kışkırtıyor…