Nüfus Mühendisliği ve “Türkiyeli-Kıbrıslı Ayırımı”
Geçen hafta bu köşede 1974 sonrasında Türkiye’den Kıbrıs’a nüfus aktarılması konusuna değindik. Türkiye ve Kıbrıs Türk makamlarının savaştan hemen sonra kovulan Kıbrıslı Rumların evlerine yerleşmek üzere alelacele nüfus taşıdıklarını, bunu “Tarımsal İşgücü” anlaşmasıyla kamufle ettiklerini ama aslında Kıbrıs’ın kuzeyinde “Türk varlığını güçlendirmek” gibi etnisite ve nüfus mühendisliğini içeren milliyetçi amaçlar güttüklerini belirttik. Kuşkusuz, nüfus mühendisliğinin “araçları” olarak kullanılan insanlar önemli sıkıntılar yaşadılar, yaşamaya da devam ediyorlar. Bin bir vaatle tanımadıkları, bilmedikleri yabancı bir dünyaya getirip bırakıldılar. Atılan milliyetçi nutuklar ve davullu zurnalı karşılamalardan sonra Kıbrıslı Rumlardan arındırılan köylere topluca yerleştirildiler. Ekmek derdine düşen topraksız köylüler Türkiye’den Kıbrıs’a getirilirken onları buraya yerleştiren milliyetçi elitler gibi “milli heyecan ve sevinç” içinde değillerdi. Ürkek, huzursuz ve endişeliydiler. Nüfus mühendisliği projesine bizzat katılan dönemin müsteşarlarından Hakkı Atun gelen insanların ağladığını gördüğünü söyler. Hatta bu tablo karşısında son derece anlamlı bulduğum şu sözleri sarf eder: “Bu köyden kaçan insanlar (Rumlar) Güney’de ağlıyor, biz bu köylere insan yerleştirmeye çalışıyoruz, getirdiğimiz insan da Kuzey’de ağlıyor. Ya, bu nasıl iştir. İki taraf da ağlıyor… Giden ağlıyor, gelen ağlıyor.”
Evet, giden de ağlıyordu, gelen de… Kıbrıslı Rumlar yüzlerce yıl yaşadıkları yerlerden kovuldukları için, Türkiye’den getirilen nüfus da yoksulluğuyla baş etmek isterken nüfus mühendislerinin eline düştüğü için ağlıyordu. Onlar, onları buraya taşıyan etnik milliyetçilerin gözünde sadece “Türk’tüler”. Oysa gelenler insandı… Almanya’da Türkiyeli işçilere karşı ırkçı yaklaşımları kınamak için kullanılan şöyle bir cümle vardır: “Biz, misafir işçi istiyorduk, meğer gelenler insanmış.” Bu cümleyi biraz değiştirerek Kıbrıs’a uyarlayabiliriz: “Biz, Türk istiyorduk, meğer gelenler insanmış!”
Zooloji bilimlerini beşeri bilimlere uyarlamaya çalışan nüfus mühendisleri bir yere “Türk” ekince orada “Türk” biteceğini zannediyorlardı. Oysa kimlikler etnik kökene göre değil, sosyo-ekonomik, sosyo-kültürel ve siyasi-tarihsel bağlamlarda oluşurlar ve değişime uğrarlar. Bu gerçeği anlamayan milliyetçilerin uyguladığı “Türkleştirme” politikası kısa sürede ciddi sorunlara yol açtı ve Kıbrıs’ın kuzeyinde paralel topluluklar oluşmaya başladı. Oluşan paralel topluluklar arasındaki mesafe zamanla büyüdü. Artık yan yana yaşayan ama karşılıklı etkileşim ve iletişimden uzak duran, hatta birbirlerine ön yargılarla yaklaşan insan gruplarından söz ediyoruz.
19 Nisan 2014 tarihinde İngilizce olarak yayınlanan Star-Cyprus gazetesinde Yurdagül Beyoğlu “Türkiyeli-Kıbrıslı ayırımı” üzerine yazdığı bir yazıda -bu yazının içeriğini daha sonra değerlendireceğiz- Rauf Denktaş’ın hastalanmadan 12 gün önce verdiği bir mülakatta Türkiye kökenli nüfusla Kıbrıslı Türkler arasında yaşanan gerginliğin “uykularını kaçırdığını” söylediğini belirtir. Denktaş, o mülakatında “aynı köklere sahip olan insanların uyum içinde yaşamaları gerektiğini” de söylemiş… Belli ki, Rauf Denktaş etnik milliyetçi dünya görüşüne sonuna kadar bağlı kalarak “aynı köklere sahip olan insanların uyum içinde yaşaması gerektiğini” düşünüyordu ve Kıbrıs’ın kuzeyinde oluşan durumu şaşkınlık içinde izliyordu. Oysa sorun tam da buradan kaynaklanıyordu.
Yani, etnik milliyetçi dünya görüşünün metafizik “Türklük” anlayışından kaynaklanıyordu. Etnik milliyetçiler “Türk ekip, Türk biçeceklerini” zannediyorlardı. İlginçtir, ortaya çıkan bunca soruna rağmen Rauf Denktaş son ana kadar neden “uyum olmadığına” şaşıyordu ve haliyle de, olup-bitenleri anlayamıyordu. Bu zor ve karmaşık olguyu kavrayamayan milliyetçiler sonunda paralel toplumlar vakıasını Kıbrıslı Türklere fatura ettiler ve Kıbrıslı Türklerin “yeteri kadar Türk olmadığını” söylemeye başladılar. Tıpkı Yurdagül Beyoğlu gibi… Beyoğlu yukarıda sözünü ettiğim makalesinde aynen şöyle diyor: “Aynı ırk ve coğrafyadan geldiklerini unutan bazı Kıbrıslı Türkler Kıbrıslılık fikri geliştirerek diğerlerine karşı ayırımcılık yapıyor”. İki kesim arasında “nefret ve öfkenin her geçen gün biraz daha arttığından” söz eden köşe yazarı, bunu iğneleyici sözlerle Kıbrıslı Türklerin 1974 öncesini “unutmalarına” ve 1974’te de ganimet zengini olunca, kendini beğenmiş kimseler olup çıkmalarına bağlıyor: “1974 öncesinde yaşadıklarını unutan, 1974’ten sonra da elde ettikleri zenginlikle böbürlenen Kıbrıslı Türkler bu sorunu pompalıyorlar.”
Görüleceği gibi, sözde “Türkiyeli-Kıbrıslı ayırımından” şikayet edenler bile Kıbrıslı Türklere hakaret edebiliyorlar… Oysa sorun, milliyetçi dünya görüşünün kavrayamayacağı ve çözemeyeceği kadar çetrefil ve karmaşıktır. Bu konuyu başka bir yazıda ele alalım…
Kaynak: Nüfus Mühendisliği ve “Türkiyeli-Kıbrıslı Ayırımı” – Niyazi Kızılyürek