Duygularımız, Eylemlerimiz ve Çöken Hayatlar…
Hepimiz zaman zaman şöyle cümlelerle karşılaşırız veya o cümleleri kendimiz kurarız: “duygularınla konuşuyorsun”, “duygularınla konuşma” vs. Aslında bu “uyarılarla” söylenmek istenen şey, kendimizi duygularımızla ifade etmenin bir tür “zafiyet” oluşturduğudur.
Oysa duygularımız aklımızla iç içe olduğu kadar, bizi büyük kararlar almaya, daha da önemlisi, eyleme geçmeye motive ederler. Çünkü duygularımız acil ihtiyaç ve arzularımızı gidermek için eylemi tetikleyen mekanizmalar barındırırlar.
Verili bir durumda ortaya çıkan ihtiyaç ve arzuları karşılamak üzere eylemi tetikleyen duygularımız, arzu ve ihtiyaçlarımızdan en ivedi olanı seçerler.
Başka türlü söylersek, farklı arzu ve ihtiyaçlarımız arasında en önemli olanı düşündüğümüzü seçmemize duygularımız yardımcı olur. Böyle olduğu için de duygular motivasyonlarımızı yönlendirir ve bizi belli eylemlere sevk eder.
Örneğin, kişi karanlık bir ormanda yürürken tuhaf hayvan sesleri duyarak korkuya kapıldığında ve korku onu bütünüyle kuşattığında, korku kişinin vücuduna adrenalin salar veya hayvanı uzaklaştırmak için içgüdüsel refleksler üretmesini sağlar. Yani, duygu (korku) acil bir ihtiyacı (güvenlik) karşılamak için harekete geçirici bir mekanizma işlevi görür.
Bu örnekte de görüldüğü gibi, duygular eyleme geçiricidir. Bireylerin mevcut koşullarda ihtiyaçlarına göre tepki vermelerine ve bu koşulları değiştirmelerine neden olan duygulardır.
Duygular bilgi edinme ve algılamamızı etkilediği gibi, bilgilerimizle algılarımız da duygularımızı etkiler. Fakat yine de duygularımızı yönlendiren temel faktör bilgi ve algılarımızdır.
Yani, duygularımız öncelikle düşüncelerimizin etkisi altında şekillenir. Örneğin tehdit altında olduğumuza dair düşüncelere dalarsak, mutlaka korkuya kapılırız.
Haksız yere “statü kaybına” uğradığımızı düşünürsek, bu kırgınlık ve hınç üretir. Kısacası, kişi bir durumu nasıl değerlendirip hangi bağlamsal çerçeveye oturtursa, duygu durumu da ona göre şekillenir ve/veya dış dünyayı duygu durumuna göre değerlendirir. Bu yüzden, duygularımızın şekillenmesi durumu nasıl değerlendirdiğimiz, hangi bağlama oturttuğumuzla doğrudan ilgilidir.
Bireyin formasyonuna göre yaptığı bu değerlendirmeler hangi duyguların öne çıkacağını da belirler. Formasyonumuza göre işlediğimiz bilgi ve değerlendirmelere bağlı olarak da belli duygular oluşur ve belli eylemlere yöneliriz.
Bu sürecin kökeninde ise başından sonuna kadar ihtiyaçlarımız yatar. Spontane olarak baş gösterdiğini düşündüğümüz ve bizi belli amaçlara ulaşmak için belli eylemlere sevk eden duygularımızın kaynağında ihtiyaçlarımız vardır.
Duygular bir kez oluştu mu, bilgimizi ve inançlarımızı etkilerler ya da hâlihazırda oluşmuş olan bilgi ve inançlarımızı güçlendirirler. Örneğin korku duygusuna kapıldığımızda, tehdit ve tehlikeye dair bilgi akışı diğer bilgilerin önüne geçer. Hınç duygusu öne çıkmışsa, statümüze dair bilgiler akılımızı meşgul eder.
Kısacası duygularımız işlevseldir. Bizi ihtiyaç ve arzularımızı gidermek için çeşitli eylemlere yönlendirirler. Bilgi üretimimiz ve bilgi edinmemiz de bu bağlamda gerçekleşir. Kuşkusuz, bilgilerimiz de duygularımız üzerinde etkili olur.
Görüleceği gibi, “duygularla konuşmak” düşünmeden veya “hesapsız” konuşmak değildir. Duygular ile düşünceler iç içedir ve “işlevseldirler”.
Yani, sorun duygu mu düşünce mi ikilemi değil. Eğer varsa, sorun başka noktalarda düğümlenir. Örneğin, gerçek ihtiyaçlarımızın tam tersi bir hayat yaşamak -ki buna “yanlış bir hayat doğru yaşanamaz” da diyoruz- veya fanatik duygular içinde kendini yitirmek.
Sondan başlayalım: çok güçlü duygular bizi çoklu ve karmaşık bir yapıya sahip olan verili durumları tek boyuta indirgeyerek algılamaya ve “özcü” bir okumayla mutlak değerlendirmeler yapmaya sürükleyebilir.
En kötüsü ise, çeşitli nedenlerle kendimizin tersine giderek farkında olmadan işlevsel olmayan duygulara kapılmaktır. Bu durumda, gerçek ihtiyaç ve arzularımızı giderici eylemler yerine, durumumuzu daha da kötüleştiren eylemlere sürükleniriz.
Bu, çöken bir hayata işret eder. Alman düşünür Max Scheler’in dediği gibi, çöken bir hayatın en önemli özelliği, “kişiye hoş gelen şeylerin kendisini bilinçsizce yöneldiği çöküş yolunda ilerleten şeyler olmasıdır.”
Normal olarak hoş olmayan şeylerin “hoş görünmesine” yol açan arzu ve duygu sapması, hayatın çökmekte olduğu duygusunun bir sonucudur. Önemli olan işte buraya dikkat etmektir. Gerçek ihtiyaçlarımızı giderici eylemlere yönelmektir. Yoksa “duygu-akıl dengesi” diye bir sorun yoktur…
Kaynak: Duygularımız, Eylemlerimiz ve Çöken Hayatlar… – Niyazi Kızılyürek