Bellapais’te Son Paskalya
1974 Kıbrıs Savaşının en dramatik yönlerinden biri, nüfusun yer değiştirmeye zorlanmasıdır. Sanıldığının aksine, Kıbrıs’ta hiç bir zaman nüfus mübadelesi anlaşması imzalanmadı. Denktaş imzaladığı Üçüncü Viyana Anlaşmasına göre, savaştan sonra Güneyde kalan Kıbrıslı Türkler istedikleri takdirde Kuzeye geçebilecekler, benzer biçimde, Kuzeyden kovulan ve orada aileleri kaldığı için ailelerinin yanına gitmek isteyen Kıbrıslı Rumlar da Güneyden Kuzeye (Karpaz bölgesine) gidebileceklerdi. Görüleceği gibi, bu anlaşmayla Kıbrıslı Türkler Kuzeyde toplanırken, Kıbrıslı Rumların tümü Güneye gitmiyordu. Önemli miktarda Kıbrıslı Rum Kuzeyde yaşamaya devam edebileceği gibi, bazılarına da Kuzeye geri dönme hakkı tanınıyordu. Ayrıca, Kuzeyde yaşayan Kıbrıslı Rumların eğitim, sağlık vb. hakları da korunacaktı. Rauf Denktaş daha sonra bu anlaşmayı gerçeğe aykırı olarak “Nüfus Mübadelesi” olarak adlandıracaktı.
Kıbrıs’ın güneyinde yaşayan Kıbrıslı Türklerin büyük çoğunluğu gönüllü olarak Kuzeye taşındıktan sonra önemli sayıda Kıbrıslı Rum ayırım çizgisinin kuzeyinde yaşamaya devam ediyordu. Ne var ki, gördükleri kötü muamele yüzünden sayıları süratle azalıyordu. Her hafta gruplar halinde Güneye geçiyorlardı. 1976 yılının Ocak ayı itibarıyla adanın kuzeyinde sadece 8840 Kıbrıslı Rum kalmıştı. Otuz altı ayrı bölgede yaşayan Kıbrıslı Rumların ezici çoğunluğu Karpaz (7900 kişi) ve Girne-Bellapais (920kişi) bölgelerinde yaşıyorlardı. Güneyde ise sadece 200 Kıbrıslı Türk kalmıştı. Kuzeyde kalan Kıbrıslı Rumların da Güneye gitmesi için sistematik bir baskı uygulanıyordu. Özellikle Bellapais’ta yaşayanlara… Bazılarına Güneye gitmek istediklerine dair zorla dilekçe imzalatılıyordu. Bu durum karşısında harekete geçen ABD büyükelçisi William Crawford Rauf Denktaş ile Bellapais’ta bir görüşme yapar. ABD’li diplomat Denktaş’a, “Girne bölgesinde yaşayan Kıbrıslı Rumların kovulması için askeri bir karar alındığı gibi bir sonuca vardık” diyordu. Denktaş başını sallayarak söylenenleri onaylar. Büyükelçi sıranın Karpaz’a gelip gelmeyeceğini sorar. Denktaş, “evet, gelecek” diyor ve ekliyordu, “Askerin kararı bu yöndedir”. Denktaş, devamla, Karpaz’da yaşayan Kıbrıslı Rumların zaten memnun olmadıklarını, gitmek istediklerini ileri sürer ve meseleye “felsefi” açıdan bakmak gerektiğini söyler: “Yerinden edilen günümüzün Türk ve Rum kuşakları bunun acısını çekecekler ama gelecek kuşaklar mutlu olacaklar.”
Crawford, Denktaş ile buluşmasından bir hafta sonra, 1976 yılının Nisan ayında, yeniden Bellapais’e gider ve Kıbrıslı Rumların köyde kutladıkları son Paskalya bayramına tanıklık eder. Hüzün dolu gözlemlerine 29 Nisan 1976 tarihinde yazdığı “Bir Kıbrıslı Rum Köyünün Son Günleri” başlıklı raporunda etraflıca yer verir. Rapordan bazı bölümleri birlikte okuyalım: “Geçtiğimiz Cumartesi-Pazar günleri Paskalya kutlamalarına tanıklık ederken, bu köyün asırlardan beri hiç değişmeden devam eden halinin son günlerini yaşadığını biliyorduk. Köyün nüfusu 300’ün altına inmişti. Bunlardan altı aile hariç, hepsi de Türk bölgesinden ayrılmak istediklerine dair “gönüllü olarak” dilekçe yazmış bulunuyorlar. Paskalya için hayvanlar kesildi ve mahzenden son şarap şişeleri çıkarıldı. Köylüler gitmek üzere eşyalarını çoktan paketlemişlerdi. Beş altı büyük kamyon her gün sınıra, güneye, gidip geliyor, eşyalarını taşıyordu. Köyün meydanında Yuda’yı yakmak için yakılan ateş, Türk polisi izin vermediği için her zaman olduğu gibi gece yarısı değil, öğleden sonra yakılmıştı. Köyden ayrılmayı reddeden altı Kıbrıslı Rum aile ve yabancılar telaş içinde rüzgara karşı yürürken başlarına nelerin geleceğini sorup duruyorlardı. Türk polisi 28 Nisan’a kadar köyden ayrılmayanlara eşyalarını taşıyacak kamyon verilmeyeceğini söylemişti.”
Büyükelçi, devamla, Bellapais’ta son paskalya kutlamasına katılan diğer elçilik mensuplarıyla birlikte “köyün ölümüne neden olan olayları” gözlerinin önünden geçirdiklerini söylüyor ve bu olayları şöyle sıralıyordu:
“Savaştan hiç dönmeyen genç insanlar… Savaştan sağ kurulan ama köylerine dönmelerine izin verilmeyenler… Türkiye’nin kamplarında iki ay kaldıktan sonra ailelerinin yanına fizik ve psikolojik olarak örselenmiş dönen babalar… Türklerin köye geri dönmesine izin vermeyeceklerini düşündüğü için hasta olduğu halde tedaviye gitmek istemeyen, sonra güvence aldığı için giden ama Türkler zorluk çıkardığı için aylarca geri dönemeyen, döndükten hemen sonra da evinde kalp krizi geçirip ölen kilise bekçisi… Evinin bahçesine bir tabanca sakladığı için kovulan köy muhtarı ve onun yerine Türklerin desteklediği birinin seçilmesi… Köyün zenginlerinin rastgele tutuklanıp hapse atılması, “ya imzalarsın, ya da aileni ve eşyalarını almadan gidersin”, “ya imzalarsın ya da hapiste kalırsın” tehditleri… Veya “şahitler var, Türk askerlerinin köydeki karargahına saldırı düzenlemek isteyen bir gizli örgüt üyesi olduğunu biliyoruz..” şantajları… Viyana anlaşmasına rağmen hiç gelmeyen sağlık ve eğitim hizmetleri… Son zenginlerin de kovulmasının ve polisin Nisan ayı başında en geç iki ay içinde köyün boşaltılacağına dair yaptığı açıklamanın yarattığı ümitsizlik… Nisan ayında Denktaş’ın Bellapais’te yazlık ev seçmesi ve Türk polisinin köyde oturan yabancılara buraya taşınacak nüfusun üst sınıftan olacağını söylemesi…
Geçen Cumartesi-Pazar gördüğüm şudur ki, 20 aylık korkutma politikası amacına ulaşmıştır… Bizzat Denktaş’ın da kabul ettiği gibi, Bellapais’te yaşananlar Kıbrıslı Rumları güvence altına almak değil kovma amacını taşıyan genel askeri politikayı yansıtıyor.” (The Last Days of a Greek Cypriot Village, 26 April 1976, başlıklı Amerikan arşiv belgesinden aktaran, Makarios Drousiotis, Kipros 1974-1977: İ İzvoli ke i Megales Dinamis, Lefkoşa, 2014, s.454-455)