Davutoğlu ve “Yeni Kıbrıs”
Bilindiği gibi, AKP artık “Yeni Türkiye’den” söz ediyor. Post-Kemalist Türkiye’nin adını böyle koymuşlar. AKP’ye göre, Kemalizm’in yol açtığı “devlet-toplum çatlağı” sona erdi ve “harsına sadık toplum” ile “devlet kucaklaştı”. “Yeni Türkiye” konusunda elbette uzun tartışmalar yapılabilir ama biz bugün başbakan Ahmet Davutoğlu’nun “Yeni Kıbrıs” üzerine söyledikleri üzerinde duracağız. Kıbrıs ziyaretinden sonra dönüş yolunda uçakta gazetecilerle yaptığı sohbette dile getirdiği görüşleri Nihat Ali Özcan 23 Eylül tarihli Milliyet gazetesindeki köşesine taşıdı. “Yeni Türkiye söylemine denk düşen yeni Kıbrıs mümkün mü” şeklindeki soru vesilesiyle başbakan Davutoğlu çeşitli konulara değindi.
Davutoğlu söze Kuzey Kıbrıs’a dair bir tespit yaparak başladı: “Annan Planı’nı çalışırken iki kutuplu KKTC vardı. Bir taraf çözümsüzlüğü çözüm görüyordu, bir taraf Türkiye’ye dönük olumsuz bir algı içindeydi. Rumlar AB’ye giriyordu ve Türkiye karşıtlığı çok yüksekti. Şimdi çözümsüzlüğü çözüm gören kimse yok. Marjinal gruplar dışında kimse Türkiye’yi Kıbrıs’ın geleceğini ipotek altına alan ülke olarak görmüyor.”
Yani, Davutoğlu’na göre, 2004 referandumlarından sonra iki önemli gelişme yaşandı: a) “çözümsüzlük çözümdür” tezine inanan güçler değişim geçirerek çözümün gerekliliğine inanmaya başladılar, ki bununla sağ cenah kastediliyor, b) bir zamanlar yüksek olan Türkiye karşıtlığı sona erdi. “Marjinal” grupların dışında hiç kimse “Türkiye’nin Kıbrıs’ın geleceğini ipotek altına aldığını inanmıyor” diyor. Bu da sol güçler için söylenmiş olsa gerek… Gerçekten de artık hiç kimse açık açık “çözümsüzlük çözümdür” demiyor. Fakat çözümün nasıl tahayyül edildiğine baktığımız zaman, hala ciddi sıkıntılarla karşı karşıya olduğumuzu görürüz. Liderlerin imzaladığı Ortak-Deklarasyondan yola çıkarak herkesin çözüm taraftarı olduğunu söyleyemeyiz. Ortada ne çözüm iradesi, ne vizyon, ne cesaret, ne de esneklik var. Diğer ilgili metinlerde olduğu gibi, Ortak-Deklarasyonda kullanılan kavramlar da farklı şekillerde yorumlanıyor. Ayrıca, Kıbrıs müzakerelerinde Türk tarafının bugüne kadar masaya koyduğu öneriler çözüme götürecek öneriler olmaktan uzaktır. Diyelim ki bunlar “pazarlık pozisyonları” ama havada çözüm kokusu yok…
Daha çok Kıbrıs Türk solu kast edilerek Türkiye karşıtlığının sona erdiğin ve hiç kimsenin “Türkiye’nin Kıbrıs’ın geleceğini ipotek altına aldığına inanmıyor” cümlesine gelince… 2004 referandumlarında Kıbrıslı Türklerin büyük bir düş kırıklığı yaşadığı ve solda da çözümsüzlükten sadece Kıbrıslı Rumları sorumlu tutma eğilimi olduğu gerçektir. Fakat bir gerçek daha vardır ve bu da Türkiye’nin bütün Kıbrıs’ın olmasa bile –Kıbrıslı Rumlar Kıbrıs Cumhuriyeti olarak yollarına devam ediyorlar- Kıbrıslı Türklerin geleceğini ipotek altına aldığı gerçeğidir. 1974 yılından 2004 yılına kadar, yani Türkiye’nin AB ile ilişkilerinde pazarlık kozu olarak kullanılıncaya kadar, Kıbrıslı Türklerin geleceklerinin ipotek altında tutulduğunu kim inkar edebilir? 2004’ten sonra Kıbrıslı Türklerin sergilediği çözüm iradesi sayesinde eli güçlenen Türkiye’nin çözüm konusunda acele etmediği ve lehine dönen süreci zaman kazanmak üzere yönetip yeni bir pazarlık için -örneğin doğal gaz için- fırsat kolladığını söylemek abartma sayılmasa gerektir.
Başbakan Davutoğlu gazetecilerle sohbetinde Kıbrıslı Rumların “en kıymetli şey” olarak değerlendirdiği “devleti aldıklarını” ve Kıbrıslı Türklerle “devleti paylaşmak istemediklerini” söyledi. Kıbrıs Sorununun seyri içinde Kıbrıslı Rumların Kıbrıs Cumhuriyeti devletini ele geçirdikleri doğrudur. Tıpkı Türk tarafının coğrafyanın bir kısmını ele geçirdiği gibi… Fakat Kıbrıslı Rumların devleti paylaşmak istemedikleri tartışmaya açık çetrefil bir konudur. Her şeyden önce, Kıbrıslı Rumlar Kıbrıs Cumhuriyeti devletini federal bir devlete dönüştürerek Kıbrıslı Türklerle paylaşmak zorundadırlar. Bütün BM kararları bunu emrediyor. Bu konuda isteksiz veya gönülsüz olsalar da –ki isteksiz olanlar az değil- iki-toplumluluk ilkesi temelinde kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti devletinin federal bir yapıya dönüştürülmesinden kaçınamazlar. 1974 sonrasında bundan kaçınabilmişlerse, bu, Türk tarafının iki-devletli konfederasyon tezi ile ortaya çıkmasındandı. Kıbrıslı Rumların federal çözüm iradesi sadece bir defa, 2004 yılında, sınandı ve referandumdan “Hayır” çıktı. Türk tarafı soyut olarak çözümden söz etmek yerine somut olarak federal çözümden yana iradesini ortaya koyarsa, Kıbrıs Rum toplumu buna karşı direnemez. İkinci defa “Hayır” diyemez.
Burada sorulması gereken Türk tarafının üstüne düşeni yapıp yapmadığıdır. Türk tarafı iki-toplumluluk temelinde federal bir devletin kurulması için gerçekten çalışıyor mu? Bir yandan her fırsatta “iki-devletlilik” vurgusu yaparken, diğer yandan da verebileceği değil, veremeyeceği topraklardan söz ederken federal çözüme angaje olduğunu söyleyebilir miyiz? Hatta daha çok yakın bir geçmişte Kıbrıs’ın kuzeyini ilhak edebileceğini söyleyen AKP’li bakanlar bile olmuştur.
Başbakan Davutoğlu sözlerini iyimser bir tonda noktaladı. Gazetecilere “Yeni Kıbrıs’ın mümkün olduğunu”, Türkiye’nin “prese devam edeceğini”, bu yıl sonuna kadar “bir noktaya kadar” ilerlenebilirse, “hayırlı bir sonuç” alınabileceğini söyledi. Doğrusu, her yıl tekrarlanan “bu yılın sonuna kadar” cümlesi benim aklıma “blame game”i getiriyor. Bu yılın sonu ya da yarın veya bir yıl sonra… Çözüme gidebilmek için “pres” yapmaya gerek yok, gerekli esnekliği göstermek ve uzlaşmaya açık olmak yeterlidir. Üstelik Türk tarafının esneklik göstermesi için birden fazla neden vardır. Unutmamak gerekiyor ki, Türkiye Kıbrıs’ta yakın tarihte ne istediyse fazlasıyla elde etmiştir. Enosise “hayır” dedi ve Enosis tarihin çöplüğüne karıştı. Kıbrıslı Türkleri azınlık değil, siyasi eşit toplum olacağı bir düzen savundu, bu da başarıldı. Federal devletin Kıbrıslı Türklerin siyasi eşitliği temelinde kurulacağını hiç kimse yadsıyamaz. Kısacası ne Enosis tehlikesi, ne de Kıbrıslı Türklerin azınlık statüsüne düşme tehlikesi vardır. Bu da Türkiye’ye esneklik alanları açıyor.
Davutoğlu çözüm için “bizim elimizde olsa yarın mümkün” diyor. Gerçek şudur ki, çözüm için Türkiye’nin elinde çok şey var. Her şeyden önce federal çözüm Türkiye için bir uzlaşma değil, asli talebidir. (Şimdi değiştiyse onu bilemem) Dolayısıyla kaybedeceği hiç bir şey yok. Tam tersine, kazanacağı çok şey var. Sadece doğal gazdan filan söz etmiyorum. Bu konjonktürde Kıbrıs Sorununu çözmek bütün dünyada “tarihsel bir olay” olarak kayda geçer. Ayrılıkçı eğilimlerin güçlendiği, devletlerin birliğinin tehlikeye girdiği bir dönemde ve adeta “din savaşlarının” yaşandığı bir dünyada Kıbrıs’ta Hristiyan, Müslüman, Katolik vs. gruplarının bir araya gelmesi ve ortak bir devlet kurması muhteşem bir gelişme olur. Günümüzde federal çözümün ekonomik ve siyasi getirilerinin yanı sıra, Jeo-Politik önemi ve “Medeniyet-Değeri” vardır. Bu momentumu kaçırmamak gerekiyor…