Sinema Hayattır
Panikos Hristantu’yu 1988 yılında tanıdım. O yıl Lefkoşa’nın Baf Kapısında yaptığım konuşmayı izleyen dinleyiciler arasında o da vardı. Konferans bittikten sonra yanıma gelen ve benimle tanışmak istediğini söyleyen sinema meraklısı adamla kısa zamanda dost olduk. Beni evine davet ederek ilk filmini gösterdi. “Kıbrıs’ta Detay” adlı bu film, yarı belgesel, yarı kurgusaldı.
Film Aysozomonos köyünde çekilmişti. Kıbrıslı Türklerin acılı hafıza mekanlarından biri olan Aysozomonos köyünde 1964 yılının Şubat ayında altı Kıbrıslı Türk katledilmişti. Ailemle birlikte doğduğum köyü terk etmemin nedeni bu köyde yaşanan olaylardı. Bu yüzden Aysozomonos hayatımda önemli bir yer tutuyordu.
Panikos filminde 1974 savaşında Kıbrıs’ın kuzeyinden göç etmek zorunda kalan insanların hikayelerini ve geri dönüş hayallerini konu ediyordu. Filimden çok etkilendim. Kızı Elektra’yı yanımıza alarak adayı dolaşmaya çıktığımızda, “sinema delisi” bu adamın bütün hikayesini dinledim.
Panikos, adanın kuzeyinde kalan Değirmenlik köyünde doğup büyümüştü. Ailesi, özellikle de annesi, son derece dindar bir Ortodoks’tu ve Yunanistan’a romantik duygularla bağlıydı. Panikos da Atina’ya yüksek öğrenime gidinceye kadar sağ eğilimli sayılabilecek biri idi. Atina’da yüksek öğrenimini sürdürürken sinemayı keşfederek her gün bir kaç film izliyordu.
Yedinci harikanın yol açtığı sorgulama ve iç gerilimlerin yanı sıra, Mikis Theodorakis’in müziği ve Yunan edebiyatı ile tanışması hayatına bambaşka bir yön verdi. Yunan Cuntasının “Aile, Ulus, Din” üçlemesine dayalı bağnaz dünyasını yakından görünce, bildiği bütün değerleri sorgulamaya başladı.
Kendisini solcu bir muhalif olarak yeniden yaratan Panikos, 1974 Savaşı esnasında sarsıcı deneyimler yaşadı. Türk tanklarının ilerlemesini battaniye kullanarak durdurmak gibi absürt bir görevle cepheye gönderilen Panikos, kendi içinde bir muhasebe yaparak bunun saçma bir fikir olduğuna karar verdi ve aslında ölüme gönderildiğini düşünerek cepheyi terk etti. Savaş bittikten sonra çok sevdiği köyünden ayrı düşerek göçmen olan genç adam, ağır bir melankoliye kapıldı. Köklerinden sökülüp adanın güneyine savrulmasını derin bir hüzün içinde yaşıyordu. Doğup büyüdüğü köyü yıllar geçmiş olmasına karşın unutamıyordu. Rüyalarında sık sık köyünü görüyordu.
Milliyetçilik, millet ve din gibi kavramlara şüpheyle bakmaya başlayan Panikos, biraz da yaralarını sarmak için olsa gerek, çok iyi bildiği Eski Yunan’ın bilgeliğine ve sinemaya sığındı. İbrisin (ifrata kaçmanın) trajediye yol açtığını söylüyor, Kıbrıs Rum toplumunu ifrata kaçmakla eleştiriyordu. Hatta bir adım daha ileri giderek, 1974 trajedisini ifrata kaçan Kıbrıslı Rumların “kara yazgısı” (mira) olarak görüyordu. Kıbrıs Rum toplumunun Kıbrıslı Türkleri “adam yerine koymadığına” inanıyor, bunun bedelinin de “1974 Felaketi” olduğunu düşünüyordu. 1974 sonrasında benzer bir şeyi Kıbrıslı Türkler için de söyleyecekti…
Yaşadığı iç hesaplaşmalar sonucunda öğretmenlik mesleğine son vererek her şeyiyle sinemaya sarıldı. Sinema üstünden tanıdığı insanlık halleri onu adeta hayata bağlıyordu. Onun dünyasında sinema ile hayat adeta yer değiştirmişti.
Fakat sinemaya başlaması hiç de kolay olmadı. Çalıştığı okul kendisine film çekmek için izin vermek istemiyordu. İlk açlık grevi çadırını o zaman kurdu ve açlık grevi yaptı. Sonunda istediğini aldı ve “Kıbrıs’ta Detay” adlı filmi çekti.
Okula bir daha dönmedi. Sinema için yaşamaya karar verdi.
1988 yılında yaptığımız uzun ve yoğun sohbetlerimizin birinde “birlikte bir film yapalım mı” diye sorduğunda hiç düşünmeden “evet” dedim. Birlikte bir film yapacak ve milliyetçi ideoloji ile örülmüş tek taraflı mağduriyet algısına dayanan başat söylemleri sorgulayacaktık. İkimiz de buna fazlasıyla hazırdık. “Duvarımız” belgeselini çekme fikri böyle oluşmuştu.
“Duvarımız” belgeselini hazırlarken sonu gelmeyen tartışmalarla, hafıza-değiş tokuşu ve hem birey olarak birbirimizi, hem de ait olduğumuz toplumları anlamaya çalışıp filmin kurgusunu oluşturmaya çalışıyorduk. Panikos, göçmen olarak yaşadığı Kıbrıs’ın güney batısında bulunan Pelathousa köyünde de çalışmamızın yararlı olacağını söylüyordu. Mekanı ve insan manzaralarını yerinde görmenin isabetli olacağını düşünerek Kıbrıs’a uçtum.
Adaya vardığımda yeni açılan Baf hava alanında Panikos beni bekliyordu. Polisin meraklı sorularını yanıtladıktan sonra ıssız bir köy olan Pelathousa’ya gitmek üzere yola koyulduk. Eski bir Türk köyü olan bu tenha yerde hayvancılıkla uğraşan birkaç aile ile Panikos’tan başka kimse yaşamıyordu. Yüksekçe tepelerin eteklerine kurulan köyden Kıbrıslı Türkler 1975 yılında ayrılmışlardı. Terk edilmiş köyün hasara uğrayan evlerinin pencereleri terk edilmiş sevgililerin gözleri kadar mutsuzdu. Köy, acı tarihini doğanın bahşettiği güzelliklerle telafi eder gibiydi.
Ertesi gün sabah erkenden uyandım ve karşımda duran derin maviliği seyretmeye koyuldum. Orta-Avrupa’dan gelen birisine Pelathousa köyünün doğal güzelliği ve bölgenin muhteşem iklimi oldukça iyi geliyordu. Güneş biraz yükselince, sabahın kül rengi ile kaplı manzarası yerini mavi ve yeşile bırakıyordu. Önümde sonsuzluğa kadar uzanan denizi seyrediyor, Poli kasabası üzerinden Akama burnuna kadar yayılan ve insanı içine alan manzaranın keyfini çıkarıyordum. Böylesi bir sabah keyfi yaparken iki kişinin Panikos’un evine doğru yürüdüğünü gördüm. Tarlaları yara yara ilerleyen ve yamacı tırmanarak bize de doğru yaklaşan kişilere “Kalimera” diyerek seslendim ve havanın güzelliğinden söz ettim. Şivemden Kıbrıslı Türk olduğumu anlamamış olacaklar ki, köye bir “Türk’ün geldiğini” ve “onu aradıklarını” söylediler. Bir şey söylemeden onları sabah kahvesine davet ettim. Kahveler pişmeden Panikos uyandı ve evdeki adamlara merhaba demeden yüksek sesle bağırmaya başladı. Panikos, gelenlerin beni takip eden istihbaratçılar olduğunu tahmin etmişti. Sonunda, “aradığınız Türk benim beyler” dedim. Bunun üzerine mahcup olan istihbaratçılar ağız değiştirerek, “bir şeye ihtiyacımın olup olmadığını öğrenmek için geldiklerini” söylediler.
Diyeceğim odur ki, Panikos’un arası hiçbir zaman düzenle ve düzen bekçileriyle iyi olmadı. O, bir isyankardır ve isyanını sinemaya yansıtıp sinemayı hayatı kılmıştır.
Kıbrıs Rum sinemasını Panikos olmadan düşünmek mümkün değildir. Ne de Kıbrıs Rum toplumunda sinemayı onsuz düşünebiliriz. Sayısız festival örgütleyen, sinema eleştirileri yazan Panikos sadece önemli filmler yapmakla kalmadı, dünya sinemasını da Kıbrıs’a taşıdı.
Şimdi, son filmini çektikten sonra yine açlık grevine başladı. Devletin sinema politikasını eleştirmek ve uğradığı haksızlıkları haykırmak için aç kalmaya karar verdi.
Başlıkta da belirttiğim gibi, onun için hayat sinemadır ve gerekirse sinema uğruna hayatını hiç çekinmeden ortaya koyabilir.
Kaç yıldır yaptığı da zaten bu değil midir?
Yarı aç yarı tok, bir kameranın arkasından hayata bakmak!
Panikos hep bu olagelmiştir…