Kıbrıslı Türklerin tek bir geleceği vardır; Avrupa Birliği
Kıbrıslı Türkler tam bir limbodadır
Kıbrıs Cumhuriyeti 2004 yılından beri Avrupa Birliği üyesidir. 2004 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti AB üyesi olurken ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’nin etkin yönetimi altında olmayan bölgelerde’, diğer bir deyişle Kıbrıs’ın kuzey kesiminde üyelik antlaşmasının ekindeki 10. Protokol uyarınca Acquis Communautaire (AB müktesebatı) Kıbrıs Sorunu çözülene dek askıya alındı.
Bu, kuzeyde yaşayan Kıbrıslı Türkler için ilginç bir durum yarattı. Esasta Kıbrıs Cumhuriyeti vatandaşlıklarından dolayı Avrupa yurttaşı olan Kıbrıslı Türkler bu yurttaşlıktan doğan haklarını Avrupa’da kullandılar, seyahat ettiler, eğitim aldılar, çalıştılar, yaşadılar. Ancak bu haklarını kendi ülkelerinde, ne kuzeyde, ne de güneyde tam anlamı ile kullanamadılar.
Kuzeyde AB müktesebatı askıdadır, yasal bir statüsüzlük söz konusudur. Güneyde ise devletin yönetiminde Kıbrıslı Türkler yoktur. Kıbrıslı Türkler kendi istedikleri yönetimleri seçemediler, eşit yurttaş olarak görülmediler, bırakın Türkçeyi, çoğu resmi devlet dairesinde İngilizce dokümanlara dahi erişemediler. Yunanca konuşmaları beklendi, Yunanca konuşan Kıbrıslı Türkler ancak saygı görebildi, saygı, eşit muamele değil…
Türkçe meselesi
2000’lerin başında Kıbrıs Cumhuriyeti AB ile üyelik müzakerelerini sürdürürken Yunanca halihazırda Avrupa dili idi. Avrupa Komisyonu, Kıbrıs adına üyelik müzakerelerini yürüten Sn. Vassilou’dan Türkçenin Avrupa lisanı olması yönünde bir talepte bulunmamasını istedi, (Avrupa dillerine yeni bir dil eklemek AB bütçesine yılda 450 Milyon Euro’luk ek bir külfet getiriyor). Dönem Mr. No olarak bilinen Denktaş dönemiydi. Her şeye olduğu gibi Kıbrıs Türk toplumunun Avrupa Birliği üyeliğine de hayır diyen Denktaş, Avrupa Birliği yetkilileri veya üye ülke temsilcileri ile görüşmüyor, Kıbrıslı Türklerin görüşmesine de izin vermiyordu. Kapılar henüz açılmamıştı, Avrupa Komisyonu Büyükelçisi van der Meer’in (o dönemde Büyükelçi sıfatı vardı) kuzeye geçmesi yasaktı. Kıbrıslı Türkler henüz ayağa kalkmamış Denktaş’tan ve Türkiye’den farklı düşündüklerini göstermeye başlamamışlardı. Bu dönemde Türkçe’nin Avrupa dili olmaması gündem dahi olmadı. Avrupa Birliği her belgeyi Türkçeye çevirmenin yaratacağı masraftan kaçmaya çalışırken, Kıbrıs Cumhuriyeti Kıbrıslı Türk yurttaşlarının hakları üzerinde pek kafa yormadı. Ne yazık ki, halâ da yormuyor.
Türkçe’nin Avrupa dili olmasının Kıbrıslı Türklere kendilerini Avrupa ailesinin bir parçası olduklarını hissettirmenin, Avrupa’yı tanımalarına, anlamalarına yardımcı olmasının yanında bir takım pratik sonuçları vardır. Örneğin, Avrupa Birliği kurumlarında çalışmak için Avrupa yurttaşı olmak ve iki tane Avrupa dili konuşabilmek gerekir. 24 tane dilden herhangi ikisi olur. Türkçe olmaz. Bu da şu demektir, bir Kıbrıslı Rum aday sadece Yunanca ve İngilizce konuşurken, Kıbrıslı Türklerin hem İngilizce hem Fransızca konuşabilmesi gerekiyor. Avrupa Kurumlarında çalışmaya başladıktan sonra üçüncü bir dil öğrenme zorunluluğunu da unutmamak gerekiyor. Oysa Avrupa Birliği’nin Temel Haklar Sözleşmesi’nin 21. Maddesi ayrımcılığı aynen şöyle yasaklıyor:
‘ Cinsiyet, ırk, renk, etnik veya sosyal geçmiş, genetik özellikler, DİL, din veya inanç, siyasi görüş, azınlık bir grup üyeliği, mülkiyet, engel, yaş veya cinsel yönelime dayalı herhangi bir ayrımcılık yasaktır.’
Temel Haklar Sözleşmesi’nin 21. Maddesine dayanarak, Kıbrıslı Türk gençlerin Kıbrıslı Rum gençler gibi kendi dillerinde yasalar ve düzenlemeler okuyup öğrenmeleri, Kıbrıslı Rum gençler gibi ‘ikinci bir Avrupa dili’ gerektirmeden herhangi bir Avrupa Birliği kurumunda çalışabilmeleri için Avrupa’da mücadele veriyorum.
Avrupa Parlamentosu Genel Kuruluna ilk hitabımda konuyu gündeme ‘Benim ana dilim Türkçe, milletvekili olduğum Kıbrıs Cumhuriyeti’nin iki resmi dilinden biri, ancak size bu dilde hitap edemiyorum, çünkü Türkçe Birliğin resmi dili değil’ sözleri ile taşıdım. Ayrıca AB Konseyi ve Avrupa Komisyonu’na Kıbrıslı Türklerin uğradığı bu haksızlığı ortadan kaldırmak için soru önergeleri yönelterek Kıbrıslı Türk AB yurttaşlarının, anadilleri olan Türkçenin de AB’nin resmi dilleri arasına katılmasını sabırsızlıkla beklediğini dile getirdim.
Avrupa Komisyonu, Türkçe dilinin AB’nin resmi dilleri arasına girmesi için tek yetkili merciinin Konsey olduğunu belirten bir yanıt verdi. Konseyden ise konunun bugüne dek hiç gündemlerine getirilmediğini bildiren bir yanıt aldım. Şimdi aldığım yanıt çerçevesinde Komisyon’da bir AB üye devletinin meseleyi resmen gündeme getirmesi gerekiyor.
Bu dile dayalı ayrımcılığın ortadan kalkması, Türkçenin de resmi dil olması içi tam zamanlı olarak mücadele etmeye devam edeceğim. Temennim Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bu noktada benimle iş birliği yapmasıdır.
Demografik Değişim
Yıllardan beridir Türkiye Cumhuriyeti, Avrupa Birliği toprağı olan Kıbrıs’ın kuzey kesimine ve AB yurttaşı olan Kıbrıslı Türklere ekonomik, kültürel ve siyasi anlamda müdahalelerde bulunmaktadır. Son birkaç yılda, artan sayılarda Türkiyeli göçmenlere vatandaşlık verilerek Kıbrıs Türk toplumunun siyasi ve demografik yapısı değiştirilmiştir ve Türkiye, Kıbrıs Türk otoriterlerine daha fazla vatandaş yapmaları için baskı uygulamaktadır. Siyasi sorunlar bir yana, Türkiye haksız bir rekabet ortamında, ekonomik gücüne dayanarak ve haksız yöntemler kullanarak ekonomik olarak varlığını pekiştiriyor. Dahası, Türkiye Hükümeti laik Kıbrıs Türk toplumuna karşı, kamusal yaşamın her alanına dini motifler empoze etmeye çalışan bir Kültür Savaşı sürdürmektedir. Bu gelişmelerin bir sonucu olarak, Avrupa Birliği’nin en küçük toplumu olan Kıbrıs Türk toplumu, asimilasyon ve Türkiye’ye entegrasyon tehlikesi ile karşı karşıyadır.
Avrupa Birliği’nin, Kıbrıs Türk toplumunun kimliği ve onuru ile var olabilmesi ve Avrupa Birliği’ne entegre edilmesi için acil önlemler alması gerektiği görüşündeyim bunu Avrupa Birliği Kurumlarına taşıdım ve sürekli gündemlerinde tutma niyetindeyim.
Görünmezliğimizin en çok görünür olduğu yer
Avrupa Birliği savaş tehlikesini defeden, halkları yakınlaştıran bir projedir. Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar olarak değil, Kıbrıs’ın geleceğinden endişe duyan Kıbrıslılar olarak ortaklaşmak zorundayız. Kalıcı, sürdürülebilir bir barış inşa etmek için etnik gruplar içinde ayrı ayrı ve birbirinden kopuk olarak mücadele etmek yeterli değildir. Bunu yaşadık, öğrendik. Bir araya gelmeli, karşılıklı tanınma ve eşitlik temelinde, çağdaş, demokratik, çoğulcu, Federal bir Kıbrıs için üçüncü toplum olarak birlikte mücadele vermeliyiz.
28 Şubat Cuma günü, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Korona virüsünün yayılmasına karşı bir tedbir olarak tek taraflı karar verip, uygulamaya koyduğu, adadaki dört geçiş noktasının geçici bir süreliğine kapatılması, birçok Kıbrıslı Rum ve Kıbrıslı Türklerin geçişlerini çok zor hale getirdi ve yurttaşlar arasında öfkeye yol açtı. Kişilerin ve malların kuzeyden güneye geçişini düzenleyen Yeşil Hat Tüzüğü bir AB Konseyi kararıdır ve ekinde geçiş noktaları listelenmiştir. Bu karar Yeşilhat Tüzüğü’nün ruhuna aykırı olduğu gibi, Pandemi sürecinde iki toplumun ayrı ayrı mücadele etmesi yönündeki ilk adımı da atmıştır ve kuzeyde de kısa zamanda karşılık bulmuştur.
Kıbrıslıların artık ortak sorunlara karşı ortak mücadele yöntemleri geliştirmeyi öğrenmeleri gerekmektedir. Gelmiş olduğumuz son noktada, yoğun bir mücadele sonucu güneyde eğitim gören öğrencilerin, emekçilerin ve güneyden sağlık hizmeti alan yurttaşların geçişleri sonunda başlamıştır ancak bu kategorilerin dışında kalan yurttaşlar halen pratikte güneye geçememektedir. Bu iki taraf arasındaki işbirliği ve diyalog eksikliğinden kaynaklanır. Bir taraf Ledra Palas kapısını açık tutarken bir taraf Ledra Palas’dan geçişe izin vermez, karşı tarafın kapalı olduğunu açıkladığı Lokmacı kapısının kullanılmasını öngörür. Bu yaklaşımlar geçiş noktalarının sağlık bahanesi kullanılarak fiilen kapalı kalmaya devam etmesi demektir ve kabul edilemezdir. Tüm kapıların derhal açılması ve iki tarafın işbirliği içinde bu pandemi sürecini atlatabilmesi için adanın her iki tarafında ve Avrupa Birliği nezdinde mücadele veriyorum.
COVID-19 Acil Durum Ekonomik Destek Paketi
Birçok ülke gibi COVID-19 Pandemisi Kıbrıs’ı da zor ve sıkıntılı bir sürece sokmuştur. Çoğunlukla turizm ve yüksek öğrenime dayalı ekonomik yapı yaklaşık iki ay boyunca süren kapanma döneminde ciddi hasar almış, birçok işletme iflas noktasına gelmiş, 50,000 kişi en temel yaşamsal ihtiyaçlarını sağlayamaz duruma düşmüştür. Bu insanların sorumluluğunu yüreğimde hissettim. Çalışmasını yasakladığı kişilere ekonomik destek yapacak mali imkânı olmayan ‘Devlet’ insanları siz ve ötekiler diye ayırmaya başlamış, ‘bizden’ olmayanın ölüme terk edilebileceğini ima etmişti. Bu kafanın COVID-19’un ortaya çıkardığı derin krizi yönetemediği açıkça ortadaydı. Dış mali yardım gerekli ve oldukça acildi ve ‘Hükümetin’ bu konuda herhangi bir adım atmaya niyeti veya yetkinliği yoktu. Görünmezliğimizin en fazla göründüğü yerdeydik. Bu krizle birlikte Avrupa Birliği’nin tam üyesi olmanın, gerçek bir üyeliğin değeri açıkça ortaya çıkmıştı, elbette tanınmış, demokratik, hukukun üstünlüğüne dayalı, şeffaf ve adil bir yönetimin de ne kadar önemli olduğunu bir kez daha anlamıştık.
Avrupa Komisyonu’na derhal ivedi bir soru önergesi yönelttim ve Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’e bir mektup yazarak Kıbrıs Türk ekonomisinin durumunu ortaya koydum. AB müktesebatının kuzeyde askıda olması nedeniyle AB yurttaşı olan Kıbrıslı Türklerin Avrupa Birliği fonlarından direk olarak faydalanamadıklarını hatırlattım. Durumun acil olduğunu, Avrupa Komisyonu’nun acil bir ekonomik ve sosyal yardım paketi hazırlamasının Kıbrıslı Türklerin bu zor günleri atlatabilmesi için elzem olduğunu anlattım. Avrupa Komisyonu’ndan AB yurttaşı olan Kıbrıslı Türkler için Korona Virüsü ile mücadele yönünde acil yardım talep ettim.
Bir yandan bu yönde Avrupa Parlamentosu ve AB Konseyi üyelerinden siyasi destek sağlamaya giriştim, bir yandan da Avrupa Komisyonu yetkilileri ile bu yardımın en hızlı ve en verimli şekilde nasıl uygulamaya girebileceğini tartışmaya başladım. 11 Milyon Euroluk acil durum ekonomik destek paketi böylelikle şekillendi ve Avrupa Komisyonu tarafından 13 Mayıs tarihinde açıklandı. Görünmezliğimizin en fazla göründüğü yerde, bu yönde mücadele veren bir Avrupa Parlamenterinin de ne derece ciddiye alındığını ve bu mücadele alanının, açtığımız bu minik pencerenin önemini de ortaya koydu. Federal Kıbrıs üzerinden uluslararası hukukun, ekonominin ve politikanın içindeki yerimizi alana dek, Kıbrıslı Türklerin görünürlüğünü artırmak için mücadelem her alanda devam edecektir.
Sesim sesinizdir
Avrupa Parlamentosu her ayın belli günlerinde Strazburg’da genel kurul gerçekleştirir. Genel Kurulda yasa taslakları görüşülür, Avrupa Komisyonu’nun, AB Konseyi’nin temsilcileri dinlenir, kararlar, görüşler üretilir. Avrupa Parlamentosu Kıbrıs Ofisi her genel kurulu takip etmesi için Kıbrıs’tan gazeteciler davet eder. Genel Kurul salonunda 24 AB diline çeviri vardır, tüm konuşmalar 24 dile çevrilir. Türkçeye çevrilmez. Bu yüzden bu toplantılara İngilizce veya Yunanca bilmeyen Kıbrıslı Türk gazeteciler katılamaz. Avrupa Birliğindeki gelişmeleri takip edemez. İngilizce bilen gazetecilerin sınırlı olması (tabii ki başka nedenler de var!) nedeniyle Kıbrıslı Türkler AB’ye hep bir adım uzakta kalır. Yaklaşamaz, yakınlaşamaz, kendisini parçası zaten hissetmez…
2019 Avrupa Parlamentosu bu açıdan milat niteliğini taşır. Kıbrıslı Türklerin bir nebze de olsa AB’nin parçası hissetmelerine ilk kez fırsat vermiştir. İlk kez Kıbrıslı bir kampanya yürütülmüş Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar birlikte seçim kampanyası hazırlamış, çalışmış ve yine birlikte kazanmışlardır. İlke kez Türkçe konuşan bir Kıbrıslı, Avrupa Parlamentosu’na seçilmiştir, bu çok önemli bir gelişmedir.
Kıbrıslı Türkler gerek Kıbrıs Cumhuriyeti’nin gerekse kendi yönetimlerinin yarattığı birçok bürokratik engelleme, karalama, baskıya rağmen 2014 yılındaki seçimlerin üç katı oranında oy kullanmış, 1000 kusur kişi ise oy kullanmak için sandıklara gitmiş ve oy kullanamamıştır. Bu da Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bir ayıbı olarak kaydedilmiştir.
Kıbrıslı Rumlar ise Kıbrıs Türk toplumundan bir kişiyi Avrupa Parlamentosuna taşıyacak şekilde oy kullanmıştır. Bu bir ilktir ve AKEL’in bu adımı çözüme ve yeniden birleşmeye gönül veren Kıbrıslı Türklere yeniden umut vermiştir.
Avrupa Parlamentosu
Avrupa Parlamentosu’nda Kıbrıs 6 sandalye ile temsil edilir ve Avrupa Milletvekilleri ülkelerini değil, esasta siyasi görüşlerini temsil ederler. Giorgos Georgiou ve ben Avrupa Birleşik Sol Grubunda, DIKO Milletvekili Kostas Mavrides ve EDEK Milletvekili Dimitris Papadakis Sosyalist ve Demokratlar Grubunda, DİSY Milletvekilleri Loucas Furlas ve Lefteris Christoforou Avrupa Halklar Partisi grubundadır ve grupları ile birlikte hareket eder, karar üretirler.
İsimlere dikkat ettiniz mi? Hep erkek ismi! Kıbrıs toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadının siyasi yaşama katılımı açısından yine sınıfta kaldı. Avrupa Parlamentosu üyeleri bu dönem %40 oranında kadın. Kıbrıs milletvekilleri arasındaki kadın oranı ise %0. Avrupa Parlamentosu’nun önceliklerinden bir tanesi toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak. Bu yönde yürünecek daha çok yolumuz var.
İklim Adaleti
Kitlesel bir yok oluş yaşıyoruz: toprak altımızdan gerçek anlamda kayıyor. Dünya ısınıyor, buzullar eriyor, denizler kirleniyor, türler birbirini ardına dünya üzerinden kayboluyor. Gezegenimizi, evimizi daha fazla para adına yakıyoruz. Ne kadim toprak insanlarının seslerini dinliyoruz ne de can havliyle feryat figan geleceğimi katletme diye bağıran gençlerimizi. Sorumsuzca tüketmeye, tüketim çılgınlığımızı tatmin etmek adına gökyüzüne durmaksızın sera gazı salmaya devam ediyoruz.
Çok ciddi bir iklim krizi ile karşı karşıyayız. Daha fazla bunu görmezden gelemeyiz. Yaşam şeklimizi, tüketim kültürümüzü, doğa ile ilişkimizi acil olarak değiştirmeli, yaşadığımız dünyayı mahvetmekten derhal vazgeçmeyiz. Fosil yakıt yerine yenilenebilir enerji kaynaklarına yatırım yapmalı, karbon üretimimizi sıfırlamalı, doğal eko-sistemlerini, denizlerimizi yağmur ormanlarını korumalı ve eski hallerine geri döndürmeliyiz ancak o zaman iklim krizinin yakıcı etkilerini azaltabilir tüm canlılar için yaşanılası bir dünya yaratabiliriz.
Orman yangınları ile canımızın yandığı bu günlerde, 17 yaşındaki çevre aktivisti Greta Thunberg’in sözleri daha da bir önem kazanmaktadır. ‘Evimiz yanıyor’ bu yangına birkaç damla su atabilmek adına Avrupa Parlamentosu’nda yaptığım Kıbrıs’ta siyanür kullanılmasının önüne geçilmesi, çevrenin korunması, orman arazilerinin taş ocağına dönüştürülmesinin engellenmesi, ağaçlandırmaya fon ayrılması gibi girişimlerim artarak devam edecektir.
Kasım 2019’da AP üyeleri olarak bir İklim Krizi yaşadığımızı deklere ettik ve acil önlem olarak 2050 yılına kadar Avrupa’nın karbon nötr olması hedefinin derhal gündeme getirilmesini ve bu yönde bir yol haritası belirlenmesini talep ettik. Buna cevap olarak Avrupa Yeşil Anlaşması bir parçası olan yeni Döngüsel Ekonomi Eylem Plan’ında açık bir şekilde, iklim değişikliği ile mücadelede küresel düzeyde liderlik gösterileceği ifadesini görüyoruz.
Avrupa Yeşil Anlaşması (European Green Deal)
Avrupa Komisyonu Aralık 2019’da Avrupa Yeşil Anlaşması’nı açıkladı. Avrupa Yeşil Anlaşması Avrupa’nın 2050 yılına kadar küresel ısınmayı yavaşlatmak ve etkilerini azaltmak amacı ile ilk iklim-nötr kıta olmak hedefini ortaya koyar. Avrupa Komisyonu Avrupa’nın yeni ekonomik modelini Yeşil Anlaşma üzerine kurar. Bu yeni stratejiye göre Karbon emisyonları azaltılacak, yeşil enerjiye yatırım yapılacak, yeni iş imkanları yaratılacak ve Avrupa yurttaşlarının yaşam kalitesi arttırılacaktır. Avrupa Komisyonu’nun 13 Mayıs tarihinde açıkladığı COVİD-13 acil yardım paketinde bu yeni stratejinin izlerini görmek mümkündür:
‘Söz konusu ekonomik destek paketinde; yapısal iş reformlarına yönelik destekler, mikro işletmelere ve sanayiye yönelik hibeler ve enerji verimliliğine yönelik doğrudan yatırımlar yer alacak, yeşil büyüme ve istihdamın yaratılması teşvik edilecektir. İlk faaliyetler Temmuz 2020’de başlayacaktır.’
Avrupa Birliği artık ulaştırmadan vergilendirmeye, gıdadan tarıma, sanayiden altyapıya tüm politikalarını yeşil bakış açısı ile planlamaya başlamıştır. Bu bizim de örnek almamız gereken bir planlama şeklidir. Temiz enerjiye yatırım yapmalı, karbon emisyonunu azaltıcı planlar yapmalı, biyo-çeşitliliğini korumalıyız.
Avrupa’nın dört bir yanında herkes yalnızca iklim eylemini talep etmekle kalmıyor artık yaşam tarzlarını değiştiriyorlar, karbon ayak izlerini azaltmak için bisiklet ya da toplu taşımayla işlerine gidip geliyorlar, araç paylaşıyorlar, daha az et tüketiyorlar, geri dönüşüm yapıyorlar, tek kullanımlık plastik kullanmıyorlar, çevre dostu tüketim ürünlerini tercih ediyorlar. 10 Avrupa yurttaşından dokuzu ‘iklim eylemlerini’ destekliyor, Kıbrıslı Türklerin de Avrupa’nın ve dünya genelindeki iklim hareketinin bir parçası olarak bu yönde düşünmeye, planlar üretmeye ve yaşamaya başlaması elzemdir.
Birleşik bir AB
Aynı zamanda özellikle son aylarda COVID-19 pandemi süreci ile Birliğin geleceğine dair tartışmaların yeniden su üstüne çıktığı bu dönemde küresel ekonomik sistemin sorgulanmaya başlandığını da görüyoruz. Avrupalı devletler çok hızlı bir şekilde kendi içlerine kapandılar. Hatta ulusal sınırlar kapatıldı.
Bu içe kapanma adeta herkesin kendini kurtarmaya yöneldiği ve milli ve yerli olanın öne çıktığı bir refleks gördük.
Mesela, İtalya’nın bazı yerlerinde Avrupa Birliği bayrakları indirildi!
Sanırım Avrupa Birliği’nin nasıl bir birlik olduğu da bu saaten sonra ciddi bir şekilde sorgulanacaktır!
Belki bu kriz AB için bir fırsat yaratabilir. Tüm bu sorgulamalar neticesinde AB’nin pandemiyle de birlikte oluşan bu krizi özellikle iklim hedeflerini gerçekleştirmede fırsata çevirip çeviremeyeceğini izleyen günlerde göreceğiz.
Gençlik ve Kültür
Avrupa Parlamentosu’nun 2020 için başka bir önceliği ise Avrupa Yurttaşlığını, işbirliğini, mobiliteyi, gönüllülüğü, dayanışmayı, çok kültürlülüğü, demokrasiyi güçlendirici gençlik programları.
Avrupa Birliği’nin gençlerin, öğrencilerin ve sanatçıların yaralanabileceği Erasmus+ (Erasmus Plus), Yaratıcı Avrupa ve Avrupa Gönüllü Hizmeti olmak üzere 3 önemli projesi vardır. Bunlardan en bilinir olanı Erasmus Plus’tır.
Erasmus+, Avrupa Birliği tarafından eğitim, iş deneyimi ve sportif aktivite gibi alanlarda kişilerin kendilerini geliştirmeleri için hazırlanmış bir programdır. Aynı zamanda Erasmus+, üniversite ve yüksek lisans öğrencilerinin ve eğitim görevlilerinin eğitimlerine yurt dışındaki bir üniversitelerde devam etmelerine yardımcı oluyor. Erasmus+’ın, bireylere uluslararası bir eğitim olanağı sağlamak ve ülkeler arasındaki iş birliğini artırmak amacıyla oluşturulduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca akademik değişim ve gençlik değişim programlarının yanı sıra staj, iş ve spor alanında iş birliği projelerini de içermektedir.
Erasmus+’ın yeni döneminde, yani 2021-2027 yılları arasında gerçekleşecek projeler için koordinatörlerinden biri olduğum Kültür ve Eğitim Komitesi ile projeye ayrılan bütçeyi geçmiş yıllarda ayrılan bütçenin üç katına çıkarmak için Avrupa Komisyonu ve Avrupa Birliği Konseyi ile yoğun bir müzakere sürecindeyiz.
Hedefimiz daha fazla bireyin böylesi projelerden yararlanıp Avrupa ve Avrupa’nın komşu ülkelerindeki bireylerle bütünleşmesine yardımcı olmaktır. Hali hazırda böylesi programlardan yararlanan birçok Kıbrıslı Türk genç vardır. Fakat biz bu sayıyı artırmak adına önümüzdeki günlerde bir platform oluşturup o platforma iletişim bilgilerini bizlere ulaştıran gençlere Erasmus+ eğitim programlarından yararlanmaları için yardımcı olmayı hedefliyoruz.
Aynı zamanda şu anda Brükselde 2 Kıbrıslı Türkün staj yapıyor olması ve geçtiğimiz günlerde Avrupa Parlamentosu Kıbrıs Ofisinin açtığı 2 Stajyer münhalinde Türkçe veya Yunanca koşulu koyması bizleri mutlu etmiştir. Avrupa Yurttaşı Kıbrıslı Türklerin bu imkanlardan yararlanması Kıbrıslı Türkleri AB’ye yakınlaştırma hedefimizle birebir bağlantılıdır.
Avrupa Parlamentosu’ndaki Eğitim ve Kültür Komitesi olarak Avrupa’daki staj programlarının daha adil olması için de çaba sarf ediyoruz. Stajyerliğin güçlü bir eğitim veya öğrenme içeriği sunması, adil ödeme, sabit çalışma saatleri ve sağlık sigortası gibi yeterli çalışma koşullarını korumalı ve hiçbir durumda normal işlerin yerine geçmemesi için yeni yasalar oluşturmaya çalışıyoruz.
Ayrıca engelli bireylerin staj programlarından yararlanabilmesi için staj programlarının herkes tarafından erişilebilirliğini artırmak için uygun önlemler alınmalısı gerektiğinden bu konu üzerinde de yoğun çabalar sarf ediyoruz.
Bu tarz projeler, Avrupalıları birbirine tanıştıran, Avrupalılık kimliğini oluşturan projelerdir ve Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rumların bu tarz projelerde birlikte daha fazla yer alması gerekmektedir. Çünkü, Kıbrıs bir çözüm ve barışma arayışı içindedir, ben Kıbrıs’ta sadece bir antlaşma yapılmasını istemiyorum, toplumları da barıştırmak istiyorum. Avrupa’nın ‘rapprochment’ dediğimiz yakınlaşma politikalarının deneyimlerinden öğreneceğimiz çok şey vardır. Bir Federalist olarak toplumların yakınlaşmasına büyük önem veriyorum. Avrupa Parlamentosu’nun imkanlarını bu yönde kullanıyorum. İki toplumun birbirini anlayabilmesi için dilden başlayarak eğitim, kültür alanlarında ortak projeler, okullar arası işbirlikleri, gençleri yakınlaştıran projeleri önemsiyorum, destek veriyorum, çoğaltılması için çaba sarf ediyorum.
Kıbrıs, üzerinde yaşayan tüm dillerin, tüm etnik toplumların, tüm inançların ülkesidir, bunu anlayıp, kabullenip birlikte üretmeyi, birlikte paylaşmayı öğrendiğimiz zaman ütopyamız Bütün Kıbrıs’a – Ολική Κύπρος’a ulaşacağız.
Avrupa Birliği ikinci dünya savaşından sonra, parçalanmış Avrupa kıtasını bir araya getirmek için kurulmuş ve (bu anlamda!) başarıya ulaşmış bir barış projesidir. Avrupa Parlamentosu Kıbrıslılara milliyetçilikten, ırkçılıktan silkinmeyi, etnik kimliklere bakmadan düşünceler, ideolojiler, bilgiler bazında siyaset üretmeyi, yaşamayı, sınırları aşarak iş birlikleri geliştirmeyi, dayanışmayı, birlikte üretmeyi birlikte başarmayı, paylaşmayı, toleransı, anlayışı, çok dilliliği, çok kültürlülüğü öğretebilir.
Kıbrıs’ta ırkçılık karşıtı duruşun acilen benimsenmesi gerekmektedir. Son haftalardaki tartışmalarda açıkça gördük ki Kıbrıs’ta bariz bir ırkçılık problemi vardır, ve bu problem giderek daha da büyüyor. Önemli düşünürlerden Fichte, bir yabancıyla karşılaştığımızda, yüz yüze geldiğimizde bir hemcinsimizi görürüz ve spontane olarak aklımıza kötü şeyler gelmez diyor. Eğer ondan korkuyorsak veya onu küçümsüyorsak ya da onu istenmeyen biri ilan ediyorsak, bu davranışımızın gerisinde bizim ideolojik duruşumuz, dünya görüşümüz, dünyayı algılama filtremiz vardır. Kısacası, yabancı düşmanlığı ve ırkçılığa kadar varabilen yabancı-korkusu doğal bir duygu değildir. Bu yüzden, bireylerin hangi değer ve normlarla yetiştiği çok önemlidir. Farklı kültürlerin görünürlüğünü (özellikle Afrika ve Asya’dan gelen göçmenlerin görünürlüğünü) tehdit olarak algılamayacak bir toplum haline gelebilmemiz için acilen adımlar atmalıyız.